CEZAYİR OLAYLARI

CEZAYİR OLAYLARI
-Kendi Dilinden Küresel Cihadın Tarihi Sayfa 154-159 arası-
Seksenlerin sonuna doğru Cezayir'de var olan ekonomik kriz "Ekmek İsyanları" ismini verdiğimiz olayların patlak vermesine sebep oldu. Olaylar artık patlama noktasına gelmişti. Cezayir Cumhurbaşkanı Şadli Bencedid olayları açık siyaset ile çözmeye çalıştı. Siyasî parti kurulmasına izin verdi ve demokratik hür seçimlerin yapılmasına davet etti.
İslami uyanışta yer alan ve beldenin bağımsızlığını kazanmasının ardından şiddetli bir şekilde engellenen bazı davetçiler bu olayı fırsat bildiler. Şeyh Abbasi Medeni (rahimehullah) "İslami Selamet Cephesi" isminde bir parti kurduklarını ilan etti. Bunun üzerine halk kesiminden birçok kişi bu partiye geçti ve artık herkesin kafasında "Siyasî İslam" düşüncesi yerleşti.
"İslami Selamet Cephesi", 1991 senesinin Kasım ayında gerçekleştirilen genel seçimleri kazandı. Parlamentoda da çoğunluğu sağladı. Görünürde İslami Selâmet Cephesi için her şey yolunda gibi gözüküyordu. Ama rüzgâr onların istemediği şekilde esti. Fransız yanlısı ordu generalleri 1992 senesinin ocak ayında yönetime el koydu. Seçimlerin sonuçlarını geçersiz saydı. Ülkede Olağanüstü Hal ilan etti. İslami Selamet Cephesi'nin liderlerinden ve İslamcılardan binlerce kişiyi tutukladı. Bunların başında da Şeyh Abbas Medeni ile Naibi Ali Belhac vardı.
İslami Selamet Cephesi Şeyhleri
Bu olayların ardından İslamî Selamet Cephesi'nin destekçileri sokağa döküldü. Kazandıkları seçimi geçersiz sayan askerî yönetimle savaşılması gerektiği yönünde sloganlar attılar. Binlerce genç dağa çıktı. Ardından da silah edinmenin ve askerî hükümete karşı savaşmanın yolunu araştırdılar.
Hükümetle savaşmaya başlayan cihadî gruplar arasında en belirgin olanları 1994 senesinin mayıs ayında "Silahlı İslami Cemaat" ismi altında birleştiler. Liderleri Ebu Abdullah Ahmed (rahimehullah)'tı. Bu dönem Cezayir deki İslami hareketler için altın bir fırsattı. Mücahidler o dönemde ülkenin büyük bir bölümünü ele geçirdiler. Onlar gündüzleyin şehrin ortasında, hatta ve hatta başkent Cezayir'de rejimin sembol isimlerine suikastler düzenlediler. Bu zaferler bölgede İslami bir devletin kurulacağının habercisiydi.
Burada zikredilmesi gereken bir diğer husus ise şudur: Cezayir'deki cihadî hareketin başarılı olmasının en büyük sebebi arkasında halktan büyük bir kitlenin olmasıydı. Halkın yüzde sekseni veya seksen beşi cihadî grupları destekliyordu. Bununla birlikte doğal şartlar da son derece elverişliydi, Bölgede birçok dağ ve birçok mağara vardı. O dönemde farklı bölgelerde savaşan mücahidlerin gözü kulağı Cezayir'deydi. Zira Cezayir'in konumu son derece stratejikti. Orada cihadî hareket başarılı olursa doğudaki, batıdaki ve güneydeki cihadî hareketlerin de başarılı olması kaçınılmazdı.
el-Kaide 1993 senesinde üyelerinden iki kişiyi Cezayir'deki olayları incelemek adına Cezayir'e gönderdi. Bunlar Şeyh Atıyyetullah el-Libi (rahimehullah) ile Ebu Yasir el-Cezairi'ydi. Burada birkaç ay kaldıktan sonra tekrardan Sudan'a döndüler. Şeyh Atıyyetullah el-Libi (rahimehullah) 1994 senesinin sonlarına doğru bir kez daha döndü. 1998 senesine kadar da burada kaldı.
Şeyh Usame bin Ladin (rahimehullah) bu sırada "Silahlı İslami Cemaat"in Sudan'da bulunan üyeleri ile sürekli iletişim halindeydi. Duyduğum kadarıyla (tam emin olmamakla birlikte) Şeyh Usame bin Ladin (rahimehullah) "Silahlı İslami Cemaat'e -bozulmadan önce- Sudan'dan Libya aracılığıyla silah göndermiştir.
Ama rüzgâr geminin istemediği şekilde esti bir kez daha. Son derece muamma olan olayların sonucunda "Silahlı İslamî Cemaat"in lideri Şeyh Ebu Abdullah Ahmed (rahimehullah) göreve gelmesinin üzerinden altı ay geçtikten sonra, 1994 senesinin sonlarına doğru şehid edildi. Onun ardından liderliğe Cemal Zeytuni el-Mekki (Ebu Abdurrahman Emin) geçti. Son dönemlerinde bozulmalar ve ve çalışanlar gibi şehirde bulunan ve rejimle hiçbir alakaları olmayan kesimi aşırılıklar ortaya çıktı. Gazete satanlar, öğretmenler, öğrenciler tekfir ettiler. Onlarla savaşacaklarını söylediler. Ardından da kadınları ve çocukları öldürmenin ve devlet dairelerinde çalışan kimselerin ailelerini öldürmenin helal olduğuna dair fetva çıkardılar. Zeytuni'den sonra liderlik görevine gelen Anter ez-Zevabiri öncekilerden çok daha kötü bir tutum sergiledi. O dönemde Cezayir'de meydana gelen pek çok katliam ve kıyım onun liderliği döneminde gerçekleşti.
"Silahlı İslamî Cemaat"in sapması hakkında detaylı malumata sahip olmak isteyenlerin, bu acı verici olaylara şahit olan kimselerin anılarına kulak vermeleri gerekmektedir. Örneğin Şeyh Atıyyetullah el-Libi (rahimehullah)'ın anılarına kulak verilebilir. Müessesetu't Tahaya isimli yayınevi bunu "Cezayir'deki Tecrübelerim" isimli risaleyle yayınlamıştır. Müessesetu Afrikiyya'l Muslime isimli yayın organının, Şeyh Asım Ebu Hayyan (Allahu Teâlâ onu esaretten kurtarsın!) ve Mücahid Ekrem Ebi Hişam ile gerçekleştirdikleri röportaja kulak vermek de bu olayları anlamak için önemlidir.
Şeyh Atıyyetullah el-Libi (rahimehullah) "Şebeketu'l Hisbeti'l İslamî" isimli yayın organının çalışanlarına verdiği röportajda Cezayir'deki cihadî hareketin -yani Silahlı İslamî Cemaat'in başarısız olmasının üç sebebini şu şekilde sıralamaktadır:
Birinci Sebep: Bu dönemde Cezayir'de hem fikrî olarak hem de cihadî menhec açısından zayıflık ve karışıklık vardı. Bu zayıflık pek çok alanda ortaya çıkıyordu. Örneğin her tarafta fikrî ve ilmî olarak kaos vardı. İlmî bakımdan bir otorite veya lider yoktu. İşinin ehli olan ilim sahibi cihadî gruplar burada yoktu. Herkesin cihada bakış açısı farklıydı. Her cihadî grubun içerisinde aşırıya kaçanlar ve inatçılar vardı. Aynı şekilde tekfir hususunda aşırıya gidenler de vardı. Bununla birlikte kınanmayı hak edecek kadar hoşgörülü insanlar da vardı. Bunların geneli doğal olarak halktandı. Ezcümle buradaki her birlikte sert kimseler, yani dinde aşırıya kaçanlar vardı.
İkinci Sebep: Az önce söylediğimiz sebebin yanında, beraberinde bulunan bir başka sebep daha vardı. O da ahlâkî bakımdan çöküşlerdi. Az önce Sanlattığımız grup cihadî hareketlerde büyük tesiri olan ve yetki sahibi kimselerdi. Ama onlar kötü ahlaklı kimselerdi. İslam'ı tam mânâsıyla güzel bir şekilde temsil edemiyorlardı. Çünkü onlar insanlarla ilişki kurarken çok şinirli, sert ve zorbalardı. İnsanlara karşı merhametli, hoşgörülü ve yumuşak değillerdi. Onlar insanların hatalarını görmezden gelemiyorlardı. Fazilet sahibi insanlara çok az ihtiram gösteriyorlardı. Bununla birlikte kibir ve büyüklenme gibi bazı kalbî ve ahlâkî hastalıkları vardı.
Üçüncü Sebep: İşte tüm bunların sonucunda cihadî grupların başarısız olmasının en büyük sebebi ortaya çıkmıştır. O da liderlik eksikliğiydi. Liderler kötü mizaçlı insanlardı. Onlar hem bozuk tabiatlılardı hem de bozgunculuk yapıyorlardı. İnsanları hayır üzerine eğitmek yerine onlara şerri öğretiyordu. Onları cahil bırakıyorlardı. Aralarında sapıklığı yayıyorlardı. Burada bahsettiğim liderlik Cemal Zeytuni ve Anter ez-Zevabiri'nin zamanındaki liderlikti. Onlar cahil, inatçı ve sapkın liderlerdi. Onlar kendileri gibi kibirli,cahil, inatçı, büyüklenen, kalbi katı ve dünyaya karşı son derece hırslı kimseleri yanlarına alıyorlardı. Salihleri ise yanlarından uzaklaştırıyorlar ve onları kovuyorlardı. Onlar hakkında herkesin kafasında büyük soru işaretleri vardı. Durum git gide daha da kötüleşti. Öyle ki son derece asılsız ve haksız suçlamalarla hayır ehlinden olan birçok kişi öldürüldü.
Şeyh Atıyyetullah El-Libi
CEZAYİR'DEKİ CİHADİ TECRÜBELERDEN ÇIKARILACAK DERSLER VE İBRETLER
Hiç şüphesiz Cezayir'deki cihadî tecrübe çok önemli kazanımları olan bir tecrübeydi. Ama aynı zamanda içerisinde çok acıklı hikâyelerin bulunduğu bir tecrübeydi. Tüm bunların üzerinde herkesin iyice durması ve bunlardan ders çıkarması gerekir. Belki de Cezayir'deki cihadî tecrübenin (sonraki ve önceki dönemlerdeki cihadî tecrübelerin de) bir kez daha gözler önüne serdiği en büyük gerçekler ve en ibretlik olaylar şunlardı:
Birinci Gerçek: Siyonistleşmiş Haçlıların sahip olduğu devletler (Amerika önderliğinde) Diktatör Tağutları destekleyerek, tuzaklar kurarak, planlar kurarak, kendisini İslam'a nispet eden hiçbir cemaatin hükümete geçmesine izin vermeyecektir. Hatta ve hatta bu grup en mutedil İslamî cemaatlerden biri olsa ve İslam'ın gerçek inancından tavizler verse bile. Buna dair örnekler çok fazladır. Mesela Eski Sudan Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir' in 1989 senesinde Sudan'da yönetimi ele geçirmesi, Cezayir'de İslamî Selamet Cephesi'nin 1991 senesinde seçimdeki galibiyetinin geçersiz sayılması ve İhvan-ı Müslimin'in 2012'de Mısır'da darbeyle devrilmesi bu örneklerden sadece bir kaçıdır. Bu son iki İslami grup yönetimi tamamen demokratik yollarla, seçimle kazanmışlardı.
İşte bu tecrübelerden ders aldığı için Şeyh Usame bin Ladin (rahimehullah) Mücahidlerin birliğini sağlama noktasında çok istekli davranmıştır. Asrın Hübeli Amerika'ya karşı Mücahidlerin güçlerini birleştirmesi için gayret etmiştir. Onların kendi aralarında mücadeleye girişmemeleri için çaba sarf etmiştir. Arap Yarımadası'ndaki el-Kaide sorumlusu Şeyh Basir'e (Nasır Abdülkerim el-Vuhayşi) (rahimehullah) yazdığı mektupta cihadî hareketin güçlenmesi hakkında Şeyh Usame bin Ladin (rahimehullah) şunları söylemektedir:
"Burada herkesin kafasına şunu tam olarak çakması gerekmektedir: " İslamî bir devletin kurulması için önce küfür sisteminin ortadan kaldırılması gerekmektedir." İslamî bir emirliğin kurulması için bunun büyük bir ehemmiyeti vardır. Bugün evrensel küfrün başının, bölgemizde bulunan devletlerin üzerinde büyük bir etkisi ve yetkisi bulunmaktadır. Küfrün başı, onların can damarı ve en büyük destekçisidir. İşte bu sayede Afganistan'daki İslam Emirliği'ni ve Irak nizamını yıkmaya muktedirlerdi. Bugün büyük ölçüde temizlenmiş olsalar da hâlâ, bölgede bulunan herhangi bir İslamî devletin hükümetini düşürmeye güç yetirmektedirler. Düşmanımızın İslamî hareketleri bitirmek ve yok etmek adına en maharetli olduğu nokta, İslamî hareketi kendi içerisinde bir mücadele ve hesaplaşmaya sürüklemektir. Bundan dolayı onların bu planlarını boşa çıkarmak için uğraşmamız gerekmektedir. Açık olan meydanlarda -yani Afganistan ve Irak'ta- onların destekçilerini sürekli temizlemek ve ortadan kaldırmaya çalışmamız gerekmektedir. Onları o kadar zayıflatmalıyız ki, kurduğumuz herhangi bir devleti yıkamasınlar. Bununla birlikte elimizden geldiğince birliğimizi sağlamlaştırmamız lazımdır. Bir özür sebebiyle veya herhangi bir özrü olmadan cihada katılmayan Müslümanların da gücünü arkamıza almamız şarttır. İşte o zaman İslam devleti kurulacaktır Allah'ın izniyle. Bu sebeple bir sene veya birkaç sene gecikme olsa da herhangi bir sorun yoktur."
İkinci Gerçek: Haricilerin liderliği üstlenmesi cihadî hareketlerin başarısız olmasına sebep olmaktadır. Burada gerçekleşen olaylar bu noktada bizim için çok önemli ibretler ve dersler barındırmaktadır. Özellikle de bunun yanına Irak'taki cihadî tecrübemizi eklediğimiz zaman ortaya bu durumun ne kadar tehlikeli bir durum olduğu çıkmaktadır. Her iki bölgede de (Rabbani âlimlerin ve Rabbani ilim talebelerinin bölgede olmaması sebebiyle şer'i siyasete ve şer'i hükümlere dair cehaletin ve ilim azlığının olmasıyla birlikte) Hariciler liderliği ele geçirmiştir. Bu iki tecrübe ve bunların yanında bulunan diğer etkenler ve diğer olumsuz durumlar sapmaların, başarısızlığın ve güç kaybının sebebidir.
Şimdi bir de Cezayir ve Irak'taki cihadî tecrübemizi, Afganistan'daki cihadî tecrübemizle kıyaslayalım. Ama bunu belli bir noktada, sadece ilim ve âlimler hakkında yapalım. Bizler Afganistan'da bir kez daha gördük ki Rabbani alimlerin ve Rabbani ilim talebelerinin cihad sahasında olmaması, cihadî tecrübenin başarısız olmasının ve bozulmaların en büyük sebebidir. Uzun bir süre boyunca Taliban ile savaşmalarına ve sembol isimlerini şehid etmelerine rağmen Amerika ve yandaşları (milyar dolarlara, akıllara, istihbarat servisine ve iyi oynadıkları siyasi oyunlara sahip olmalarına rağmen) Taliban Hareketi'ni bir karınca kadar bile saptıramadılar. Peki neden? Çünkü Taliban hareketi her işlerini Rabbinin kitabından ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sünnetinden alan bir harekettir. Taliban Hareketi kurulduğu ilk günden itibaren dümeni ellerinde bulundururken bu metottan ayrılmadılar. Onlar daima medreselerinde öğrendikleriyle hareket ediyorlardı. İlmin semeresi de Allahu Teâlâ'dan korkmaktı. Savaşın felaketlerine ve zorluklarına rağmen ve bu sırada Taliban'a karşı uygulanan büyük tuzağa rağmen başarı, muvaffakiyet ve zafer Allah'ın lütfu sayesinde Taliban'ın oldu.
Burada zikredilmesi gereken bir diğer husus ise şudur: Şeyh Usame bin Ladin (rahimehullah), cihad sahasında bulunduğu her dönemde, (önce Afganistan'da, ardından Sudan'da, son olarak da Afganistan'da bulundu) Rabbani âlimlerin cihad sahasında bulunmasının ne kadar önemli olduğunu fark etti. Mücahidleri sapmaktan koruyacak ve onları başka yönlere meyletmekten alıkoyacak yegâne şeyin ilim olduğunu anladı. Özellikle de bu Rabbanî âlimler, hayatları boyunca belalarla ve zorluklarla baş başa kalmış ve en sevdiklerini ve en değerlilerini hak kelime olan "La İlahe İllallah!" uğruna feda etmiş alimlerse... Şeyh Usame bin Ladin (rahimehullah) âlimlere bazen genel bir şekilde hitap ediyor, bazen ise elçiler ve mektuplar göndererek özel olarak hitap ediyordu. Onlardan ümmeti Allah yolunda cihada teşvik etmelerini istiyordu. Kendi bulundukları beldenin özgür olduğu gibi, diğer beldelerin de Özgür olmasını sağlamak için gayret etmelerini rica ediyordu. İslam'ın ve Müslümanların kutsallığını zorba düşmana karşı korumak için canla başla didinmeleri gerektiğini de anlatıyordu.
Şeyh Hubeyb Es-Sudani
Kendi Dilinden Küresel Cihadın Tarihi Sayfa 154-159