Cihâtçılıktan İslâmcılığa Ahmed eş-Şârâ ve Cihad Yanlısı Eleştirmenleri

Modern Ortadoğu siyaseti konusunda uzman olan ABD'li araştırmacı Cole Bunzel'in 3 Ocak '25 tarihli makalesinin tercümesini Mukaveme Medya olarak sizlere sunuyoruz:
- - -
Suriye'de Heyet-i Tahriru'ş-Şam (HTŞ) grubunun başını çektiği rejim muhalifleri, yaklaşık 12 günlük harekâtın ardından Şam'ın yönetimini ele geçirerek Esed rejiminin onyıllardır süren iktidarına seri ve beklenmedik bir şekilde son verdi. Şimdiki soru; peki bundan sonra n'olacak?
HTŞ lideri Ebû Muhammed el-Cûlânî, geçmişte kendisinin de mensûbu olduğu El-Kaide'yi övmüş ve nihâî amacının şeriat yasalarının tatbîki olduğunu defâaten dile getirmişti. 2015 yılında verdiği bir mülâkatında; "El-Kaide ile birlikte olalım yada olmayalım, sâbitelerimizden ve ilkelerimizden asla sapmayacağız. Bizler, şeriatın tesisi için çabalamaya devam edeceğiz" şeklinde konuşmuştu. Ondan iki yıl evvel verdiği ilk röportajında ise, Esed sonrası Suriye'nin nasıl yönetileceğine dair vizyonunu şöyle ortaya koymuştu:
"Biladu'ş-Şam'ı özgürleştirme aşamasına geldiğimizde, mesela Dımeşk düştüğünde, o zaman Şer'î komiteler toplanacak: Ehl-i hâl ve'l-Akd, ulemâ, cihadın katılımcıları arasından kanaat sahipleri, ülke dışındaki münevverler vd.bir araya gelecekler ve Şûrâ ve Ehl-i Hâl ve'l-Akd meclislerini oluşturacaklardır. Daha sonra, bu ülkenin şartlarına münasip bir yönetim planı ortaya konulacaktır. Ve bu, elbette İslâm şeriatına uygun olacak. Ülkede Allah'ın nizamı hükmedecek, istişare ve adalet yayılacak."
El-Colânî'nin buradaki vizyonu, halifeyi seçip ona danışmanlık yapan ve şeriat kurallarını uygulayan "dinî ve siyâsî elitler"i ifade eden "Ehl-i Hâl ve'l-Akd" gibi geleneksel İslâmî kavramlara atıfta bulunan derin bir dinî bakış açısına dayanıyordu. Gerçekten de şeriatın tatbîki, asıl mühim olan meseleydi. Aynı mülâkatında Colânî, şunları da söylüyordu:
"Bizler, ülkeyi yönetmek peşinde değiliz; aksine şeriatın ikâmesini sağlamanın peşindeyiz. Ülkeyi bizim yahut başkasının yönetmesi mühim değildir. Bizim için mühim olan; şer'î nizâmın tesis edilmesi, adaletin sağlanması, kulun kula zulmünün def'i, Müslümanların topraklarının kurtarılmasını hedefleyen nebevî menhece dayalı âdil bir İslâm devletinin kurulması, Allah'ın hükümlerinin tatbîki ve zulmün ortadan kaldırılmasıdır. İşte bizler, bunları başarmaya çalışıyoruz."
Birkaç yıl sonraki bir diğer mülâkatında bu fikirlerini tekrarlayarak şunları söylüyordu: "Bizler, ülkeye hükmetmeyi istemiyoruz fakat şer'î nizâmın ülkeye hâkim olmasını istiyoruz." Kendisinin muhtemel bir yeni hükûmetteki yerine gelince tüm siyâsî hırslardan arınmış bir edâyla uygun bir "İslâmî yönetim" ortaya çıkması hâlinde; "Bizler, o meşrû hükûmetin ilk askerleri olacağız, yöneticilik vb.bir makam peşinde değiliz."
Fakat şimdi Şam gerçekten de düştü ve hakîkî ismi Ahmed eş-Şârâ olan el-Colânî, Suriye'deki geçiş hükûmetinin "genel lideri" rolünü üstlendi ve günün kahramanı, birden bire çok farklı bir havaya büründü. Askerî üniformasını çıkartıp takım elbise ve kravat takan yeni lider, Suriye Cumhurbaşkanlığı adaylığıyla ilgili kendisine yöneltilen bir soruya verdiği cevapta kendisinin siyâsî istikbâliyle ilgili ipuçlarından kaçınmaya devam ediyor: "Eğer Suriye halkı bunu istemezse onların kararına hürmet ederim." Yine bunun dışında, dilinin üslûbu da kökten farklılaşmıştı. Şeriatın uygulanmasına yönelik vurgu ortadan kalkmış, bunun yerini hoşgörüye, azınlık haklarına ve liderleri halk tarafından seçilen temsîlî ve kapsayıcı bir hükûmet kurmaya yönelik vurgu almıştı.
Eş-Şârâ'nın cihad yanlısı karşıtlarına göre; bu tür ifadeler, kendilerinin uzun bir süredir inandıkları bir şeyin net bir kanıtıdır. Bu da O'nun, cihâdî usûlü terk edip Şer'î bir nizâmı değil de Erdoğan Türkiyesine benzer bir yönetim kurmayı hedefleyen vasat bir İslâmcı hâline geldiğidir. Onlar, daha evvel el-Kaide'yi terk ettiği ve cihâdî menheci "sulandırdığı" için eleştirdikleri Colânî'yi bu kez de demokrasiyi benimsemesi ve Şeriatı uygulamakta gönülsüzlüğü nedeniyle yine sahtekârlıkla itham ediyorlar.
İslâmî Bir Devlet yahut Anayasal Demokrasi mi?
Batı demokrasisinin bir şirk türü olduğu itikâdı, cihâdî ideolojinin temel taşlarından biridir. Bu görüş, hâkimiyetin İslâm'da Allah'a ve Allah'ın kanunlarına; demokraside ise halka ve onun koyduğu beşerî kanunlara ait olduğu fikrine dayanmaktadır. HTŞ de biatini El-Kaide'den çektikten sonra bile bu görüşünden asla vazgeçmemişti. Heyet'in en üst düzey dînî otoritelerinden Abdurrahim Attun, 2019'un başlarında yazdığı bir makalesinde; "Demokrasi, menşei gereği İslâm'a aykırıdır. Çünkü İslâm, hâkimiyeti Allah'a verirken demokrasi ise, her ne olursa olsun, bunu Allah'tan gayrı şeylere vermeyi esas alır" ifadelerini kullanıyordu. HTŞ'nin aynı yıl yayınlanan temel ilkeler bildirgesinde "cihad ve ihtilalin hedefinin Şeriatın hakimiyeti ile demokrasi ve laikliğin reddi" olduğu vurgulanıyordu.
Fakat şimdiyse, eğer beyanlarına inanılabilirse, eş-Şârâ'nın temsîlî hükûmete karşı sempati geliştirdiği görülüyor. Mesela 19 Aralık'ta BBC'ye verdiği röportajında; "seçimler için altyapı" oluşturulmasının lüzumundan bahsetti ve şuan Suriyelilerin yarısının yurtdışında yaşadığını ve pekçoğunun da yeterli evrâka sahip olmadığını belirtti. Bunu işiten muhabir; "Seçimlerden bahsediyorsunuz" diyerek araya girdi. "Bu, ülkenin demokrasiyle yönetilmesini istediğiniz anlamına mı geliyor?"diye ekledi. Eş-Şârâ da buna karşılık; "Halk, kendisini kimin yöneteceğini belirleme hakkına sahiptir. Halk, bir halk meclisi ve bir de temsilciler meclisinde kendisini temsil edecek kişileri seçme hakkına sahiptir" yanıtını verdi. Suriye parlamentosunun ismi "Halk Meclisi" iken aynı organın kadim isimlerinden birisi de "Temsilciler Meclisi"dir. Dolayısıyla Ahmed eş-Şârâ'nın sözlerine göre Suriye'nin gelecekteki hükûmeti, üyelerinin halk tarafından seçildiği bir yasama organı ve yine kendisinin halk tarafından seçildiği bir yürütme organı (Cumhurbaşkanlığı) şeklinde olacaktır.
Ayrıca yeni bir anayasanın da yer alacağını belirten Suriye'nin yeni de facto Cumhurbaşkanı, bu yeni anayasanın hazırlanma sürecinin Suriyeli muhtelif "uzmanlar ve hukûkî kurumlar"dan oluşan bir "hukuk komitesi" tarafından devam ettirildiğini kaydetti. Bütün bunları konuşurken eş-Şârâ'nın, "şeriat" terimini kullanmaktan özenle kaçınırken onun yerine daha az İslâmî bir terim olan "kanun" terimini kullanması dikkatlerden kaçmıyordu. Bilindiği gibi kanun, daha çok seküler ve idârî hukuk anlamında yasa ve kuralları ifade etmektedir. Eğer önceleri hedefi, Suriye'de şeriatın hâkimiyetini sağlamak idiyse de bugüne gelindiğinde; "kanun, ülkeyi yönetecek olandır ve herkesin haklarını koruyacaktır" dedi. Ve sonuç olarak; "Suriye halkı, anayasa ve hukuk açısından neyi kabul ederse bizim amacımız onu tatbik etmek, desteklemek ve korumaktır" diye ekledi.
Böylece eş-Şârâ'nın daha önce savunduğu görüşlerden ne kadar keskin bir şekilde saptığı göz önüne alındığında, cihad yanlısı eleştirmenlerinden tepki görmesi kaçınılmaz hâle geldi. Onlardan en meşhûru, eserleriyle muassır cihâdî akımın şekillenmesinde büyük rol oynayan Ürdünlü âlim Ebû Muhammed el-Makdisî'dir. El-Kaide ve Tâliban'ın destekçisi olarak bilinen el-Makdisî, şimdilerde HTŞ'ye karşı tutumunda olduğu gibi bir dönem IŞİD'e yönelik eleştirileriyle de öne çıkmıştı.
20 Aralık tarihinde şahsî X hesabından yaptığı bir paylaşımda el-Makdisî, eş-Şârâ'nın kendisine yöneltilen Suriye'de demokrasinin uygulanıp uygulanmayacağına dair bir soruya verdiği bir cevabın videosunu iktibas ederek şunları söyledi: "Bu, açıkça demokrasinin bir kuralı değil midir? Yani hâkimiyet, çoğunluğunun oyuyla kendilerini yönetecek kişiyi seçen halka mı ait oluyor? Ki bu kişi, seküler ve halkın koyduğu kanunlarla yönetecek olsa bile?... Bu, şeriata göre onların hakkı mıdır yoksa Ahmed eş-Şârâ demokrasisine göre mi?" Ardından eş-Şârâ'yı çok sayıda oportunist ve haince eylemlerde bulunmakla suçlayan bir paylaşım daha yaptı. "El-Colânî, (geçmişte) IŞİD'den koparak yine onlara karşı kendisinin yanında durmaları için El-Kaide'ye biat etmişti" dedi. "Daha sonra da El-Kaide'ye olan biatini bozdu ve ondan da koptu. Mücahidleri fedâ eylemlerinde kullandı ve bunu yaparken kendilerine, kanlarının boşa gitmeyeceğini, onların Şeriatı hâkim kılma davasının bedeli olduğunu söylüyordu. Daha sonra da Cumhurbaşkanlığı'nın kapısına varında; demokrasinin metod olduğunu ve kanunların hükmedeceğini ilân etti."
İkiyüzlü Toplumdan Kaçınmak
Son yıllarda cihâdî gruplar iktidara geldiklerinde genellikle kendi kanunî cezalarını (hırsızın elini kesmek vb.) kamuoyunun içinde açıktan uygulayarak Şeriatın uygulanmasına olan kesin bağlılıklarını ortaya koymuşlardır. HTŞ de İdlib'in kontrolünü eline aldığında IŞİD'in kendi kontrolündeki bölgelerde işlediği vahşete müsamaha göstermedi ancak alkol satışını yasaklamak, sigara içmenin ve kamusal alanlarda kadın-erkek karışık bulunmanın engellenmesi gibi İslâmî normları uygulamaya yönelik bir ahlâk polisi teşkilâtı oluşturdu. Fakat bazı haberlere göre, bu tip çabalar da giderek kısıtlanmakta. New York Times'ın kısa bir süre evvel yayımladığı bir haberinde; "İdlib'de alkol alım satımı yasaklandı", "ancak bölge sâkinleri, grubun içki tüketenleri yok etme/cezalandırma yönünde bir girişimde bulunmadığı ve insanların halka açık mekânlarda sigara içmesine izin verildiği" gibi ifadelere yer verildi. CNN'in Jeremy Drevon'un görüşlerine dayanarak özet geçtiği haberine göre; Ahmed Şârâ, İslâm hukukunun katı bir biçimde uygulanması görüşünü yavaş yavaş terk etti, karma evliliklere ve sigaraya göz yumdu, hatta kendisine yönelik düzenlenen protesto gösterilerine bile müsade etti. Şeriata dayalı ahlâk polisi teşkilatı dağıtıldı fakat kadınlara tesettür tavsiye edildi."
Yine Eş-Şârâ, 2024'ün Nisan ayında, bu nispeten hoşgörülü ortamın bazı gerekçelerini sundu ve katıldığı halka açık bir programda iki defa; "ikiyüzlü bir toplum" ortaya çıkarmak istemediğini, bununla da sadece korkusu sebebiyle İslâmî normlara uyan toplumları kastettiğini belirtti. Mesela namazın farz kılınması meselesinde şöyle diyordu: "Hükûmetin insanlara ibadet dayatma hakkı yoktur. Toplumu, bizi gördüğünde ibadet eden fakat görmedikleri zaman ibadeti terk eden ikiyüzlü bir hâle getirmek istemiyoruz." İyiliği emredip kötülükten sakındırma (Emr-i bi'l-mâruf nehy-i ani'l-münker) konularında hükûmetin yaklaşımının "sopadan ziyâde vaaz yönünü" öne çıkarmak olduğunu sözlerine ekledi. Bu, hükûmetin yasak koyma yetkisi olmadığı manasına gelmez fakat hükûmetin böyle bir yasağı koyabilmesi için "hakîkî bir görüşbirliği, kesin delil ve şahidlik" olması gerekir.
Kadınların saçlarını örtmeleri hususundaki bazı erken raporlara rağmen şeriat hukukuna karşı aynı gevşek tutumun Esed sonrası Suriye'de hâlen geçerli olduğu anlaşılıyor. HTŞ içerisinde bulunan ve eş-Şârâ'ya yakınlığını sürdüren Suud uyruklu din adamı Abdullah el-Muheysinî, 15 Aralık tarihinde bu müsamahakâr yaklaşımın savunulduğunu gösteren bir paylaşımda bulundu. O da bu paylaşımında, eş-Şârâ'nın Nisan ayındaki yorumlarının söylediklerinin çoğunu tekrar etti:
"Yeni Suriye devletinin hakikatleriyle ilgili burada pek çok soru alıyorum. Bunların arasında şunlar var: Mücahidler yeni kurtarılan ve insanların farklı yaşam şartlarına alışmış bulunduğu bölgelerde haram fiillerle ve kadınların açıklığıyla nasıl mücadele edecekler?"
Bunlara cevabım;
İnsanların hakikati, yani bugünkü yeni Suriye devletinin liderliği, haram fiiller ve bu hususta ne yapılması gerektiğine daha fazla dikkat eden bir konumdadır. Kardeşler davete ve onu desteklemeye öncelik vermeli, insanları ötekileştirmekten kaçınmalı ve Allah'ın inayetiyle kazandığımız bu sevgiyi korumaya özen göstermeliler ki böylece bizden değil de Allah'tan korktuğu için dinen yasaklanmış fiillerden kaçınan bir nesil ortaya çıkmasın. Ve bütün bunlar; dini sulandırmaksızın, bu haramların kınanması gerekli şeyler olduğunun izahıyla ve samîmî bir üslupla yapılmaktadır.
Muheysinî'nin bu paylaşımına cevâben Ebû Muhammed el-Makdisî de hemen; "Dini Sulandıran, Uydurma Kanunlarla Yönetmeyi ve Şer'î Kuralları Terk Etmeyi Meşrûlaştıran Fâsid Sözler Üzerine" başlıklı bir makale yazdı.
Makdisî, söz konusu ifadeye dâir; "Suriye'deki bazı muhalif liderler, onların şeyhleri ve danışmanları tarafından hem daha evvel hem de şimdi söylendi" şeklinde belirtti. Mâlum sözler: "Bizler, Allah korkusundan değil de bizden korktuğu için fenâlık işlemeyen, bizimle birlikteyken namaz kılıp biz yokken kılmayan ikiyüzlü bir nesil ortaya çıkartmamak için ne tesettürü, ne namazı ne de İslâm'ın diğer şiarlarını farz kılmayacağız."
Ebû Muhammed el-Makdisî'nin temel argümanı, makalenin başlığının isminden de anlaşılacağı üzere, bu tür ifadelerin dîni bozup sulandırdığı, hassaten Allah'ın Müslüman yöneticilere yüklediği vazîfeler (şeriatı tatbîk etmek gibi) konusunda olduğudur.
Makdisî'ye göre; bu ifadenin altında yatan duygunun İslâm'da hiçbir temeli yoktur. Zîrâ bu ifade, Hz.Peygamber'in ashabının ve müctehid âlimlerin sözleriyle uyuşmamaktadır. Bunu vurgulamak için, ikinci İslâm halîfesine (Hz.Ömer) atfedilen "Allah, kitap ile zaptetmediğini sultan (otorite) ile zapteder" şeklindeki bilinen söze dikkat çekti. Makdisî'nin kadim İslâm âlimlerinden naklettiğine göre, bunun anlamı şudur: İnsanların çoğunluğunun (avam) fenâ işleri yapmaktan kaçınma sebebi, Allah korkusundan ziyâde sultan korkusudur. Buna dayanarak yöneticinin, namaz başta olmak üzere şer'î farzları halkına zorunlu kılmasının gerekli olduğu kabul edilmiştir. Aynı mânânın, Allah'ın "zincirlere bağlanarak cennete sürüklenenleri" izlediğinin anlatıldığı bir hadiste de anlatıldığını belirtti. Yine Makdisî, bu kitâbî delillerin gösterdiği gibi selefin (ilk dönem Müslümanları) yöneticilerin yalnızca şeriatı tatbîk etmekler kalmayıp aynı zamanda kendi tebâsına da çeşitli yükümlülükler de getirmesinden son derece râzı olduklarını ileri sürdü. Ona göre; HTŞ'nin "korkakları" ise "Allah'tan daha çok çekindikleri kâfir Batı'yı râzı etmek için" şeriatı tatbîk etme ve dînî farzların yerine getirilmesi vucûbiyetlerinden kaçınmaya çalışıyorlar.
Şam'ın Barları
Muheysinî'nin Makdisî'yi öfkelendiren paylaşımından bir gün evvel 14 Aralık'ta Ajance France Press, Şam'daki barların ihtiyatlı şekilde tekrar açılmasına dair bir makale yayımladı. Haberde, başkentteki bar ve içki satılan mekânların Şârâ güçlerinin şehre girişlerinin ardından 4 gün boyunca kapalı kaldığını fakat bunun bir yasakten değil, korkudan kaynaklandığı belirtildi. Yeni yetkililerden dükkân sahiplerine normal faaliyetlerine devam edebilecekleri bilgisi gelir gelmez de işler yeniden başladı. İsmi açıklanmayan bir HTŞ yetkilisinin; "alkolün yasaklanmasından söz etmek doğru değil" dediği aktarıldı. Söz konusu yetkili, kendisinden bu durumla ilgili yorum istendiğinde öfkelenerek hükûmetin "daha mühim sorunları çözmesi gerektiğini" söyledi. Haber, çeşitli Arap medya kaynaklarında yer aldı.
19 Aralık'ta BBC'ye verdiği mülâkâtında Ahmed eş-Şârâ'ya da yeni yönetimin İslâm hukûkunda kesin olarak yasaklanmış bulunan alkolü yasaklayıp yasaklamayacağı soruldu. Şârâ da bu soruya; "Bu konuda benim konuşma hakkım yok, çünkü bu tamamen hukûkî bir meseledir" şeklinde muğlak bir cevap verdi. Yeni anayasayı hazırlamakla vazifeli uzmanlar komitesini işaret etti ve bu ve benzeri konularda karar verecek olanların onlar olduğunu belirtti. 16 Aralık'taki bir başka röportajında, yine alkol ve domuz etini yasaklayıp yasaklamayacağı sorulduğunda ise; "şahsî özgürlüklere detaylı müdahalede bulunmayacağız" cevabını verdi.
Ebû Muhammed el-Makdisî ise bu açıklamalara iki paylaşımla cevap verdi. Paylaşımlarında; "Colânî'nin iktidara geldikten sonra alkol husûsunda bile dilinin bağlı" olduğunu belirterek O'nu, "kendisini bugün bulunduğu noktaya getiren mücahidlere" verdiği sözü yerine getirmediği için kınadı. Benzer şekilde, Makdisî'nin fikirdaşlarından Kanada'da yaşayan cihad yanlısı fikir adamı Tarık Abdulhalim de Telegram kanalında Şam'daki barlar hakkında şunları yazdı: "Suriye'de neler oluyor? Plan ve metod nedir? Bunlar neyi ifade ediyor? Sakallı içişleri bakanı nerede? Laik ve lâdînî bir devlet mi yoksa İslâmî ve Şer'î bir devlet mi? Bir üçüncüsü mümkün değilken iki ideolojiden birini beyân etmenin ne gibi bir zorluğu var?"
Ahmed Şârâ'nın alkollü içkileri yasaklamaya dair söz vermemesi, hakikaten ilginçtir. Zîrâ İslâm hukûkunda içki içmenin cezası olarak genel kabul gören uygulama, ikinci İslâm Halifesi Hz. Ömer bin Hattab'ın koyduğu 80 kırbaçtır. Üstelik Felicitas Obvis'in de belirttiği gibi bu ceza; bizzat Kur'an'da belirtilen hırsızlık, zina, zina iftirası, eşkıyalık vb.yasaklanmış eylemler için belirlenmiş, İslâmî literatürdeki tâbiriyle had cezalarından birisi olarak kabul ediliyordu. Konu, yine Makdisî'nin destekçilerinden bir diğer cihad yanlısı âlim Londra'da yaşayan Mısırlı Dr. Hanî es-Sibaî tarafından 20 Aralık'ta Telegram'da şöyle dile getirildi: "Dinimizde içki haramdır ve cezası da malumdur. Batı korkusu öyle bir noktaya gelmiş ki artık şu sorunun çözümü için bile hukukçulardan oluşan bir heyet kurulacakmış."
Cihadcıdan İslâmcıya
Ebû Muhammed el-Makdisî ve onun görüşünde olanlar açısından Ahmed eş-Şârâ'nın bu geçiş hükûmetinin çizgisi, kendisinin daha evvel savunduğu İslâmî ilkelere tam bir ihanet manasına geliyor. Gerçi onlar için bu, şok edici bir durum da değildi. Onlara göre bu, Şârâ'nın açıkça demokrasiyi benimsemesi, şeriatı tatbîk etme husûsundaki gönülsüzlüğü, el-Kaide'ye olan biatin koparılması kararıyla başlayan ve Türk hükûmetiyle güvenlik işbirliğine ve eski el-Kaide çizgisinin taraftarlarına yönelik baskı ve zulümlere doğru tırmanan ilkesiz ve ikiyüzlü davranışlar silsilesiyle gelen uzun bir yolun sonudur.
Ancak bu da Makdisî'nin görüşlerinin tamamen doğrulandığı manasına gelmez. Başka bir platformda yazdığım gibi; Şârâ'nın iktidar yolunda fırsatçı bir şekilde cihatçı bağlantılarını kullanmış ve daha sonra da bu ideolojiden uzaklaşmış olması muhtemeldir. Fakat yine de O'nun, Suriye'deki azınlık toplulukları ve seküler toplum kesimleriyle ülkenin komşuları ve genel olarak uluslararası toplum açısından uygun olmayan şekillerde Suriye devletini dönüştürmeyi amaçlayan kararlı bir İslâmcı olarak kalması da mümkündür. Hakîkat büyük ihtimalle, Şârâ'nın Suriye devleti ve toplumu konusunda cihad yanlılarının kabul edebileceğinden daha kademeli ve demokratik bir yaklaşım izlediği, ancak bunun da hâlen İslâmcı bir gündem üzere kurulu yaklaşım olduğudur. Mesela alkol konusunda meseleyi hukukçulardan oluşan bir komiteye havale etme yönündeki açıklaması, bugün ılımlı olarak görülebilir fakat alkol satışı ve tüketimini yasaklayan bir kanun çıkarsa o zaman durum çok farklı görünecektir. Belki de Şârâ, özgürce seçilmiş bir Suriye parlamentosundan şeriatın öngördüğü bir dizi benzer önlemle birlikte kanûnî bir düzenleme bekliyor.
Demokrasi ve yeni anayasa konusunda ise Ahmed Şârâ'nın daha evvelki mülâkatlarında öne sürülen takvimden daha uzun süreli bir takvimle çalıştığı artık âşikâr. Şârâ, 29 Aralık tarihinde Suudî el-Arabiye televizyonuna verdiği demecinde yeni anayasa taslağının "uzun bir zaman alacağını" ve bunun 2-3 sene sürmesinin beklendiğini belirtti. Yine genel seçimlerle ilgili olarak da Şârâ, ona hazırlanmak için de çok zamana ihtiyaç olduğunu ve bunun 4 yılı alabileceğini söyledi. Hazırlıkların 4 sene sürmesinin mümkün olup olmadığına dair soruya, "muhtemelen" diyerek cevap veren Şârâ, bu sürecin zorluklarını anlattı. Sonuç olarak; Şârâ'nın kurmak istediği sistem, Fransa'dakinden ziyade Türkiye'dekine benzeyebilir. Ve Şârâ da 2002'den bu yana iktidarda bulunan ve 2017'de yaptığı anayasa değişikliğiyle konumunu daha da sağlamlaştıran Erdoğan'ın rolünü üstlenebilir.
Tüm bunlar, Makdisî vb.cihad yanlıları için bozuk yollar anlamına gelse de alenen İslâmî bir rejim inşâ etmeyi hedefleyen bugünün umûmî İslâmcılığı açısından bir ihanet anlamına gelmez. Radikal bir değişim olmazsa Ahmed eş-Şârâ liderliğindeki Suriye'nin gideceği istikametin bu olması mümkündür.
Kaynak: https://alisnad.com/ot-dzhihadista-k-islamistu-ahmad-ash-sharaa-i-ego-kritiki/
Rusçadan çeviri: Mahran Rabbânî
Mukaveme Medya