Şehid İmam Haris bin Ğazi en-Nazari (Allah ona rahmet etsin) Diyorlar ki: "Yemen Anayasasında Mutlak Egemenlik İslam Şeriatınındır!"

DİYORLAR Kİ: “YEMEN ANAYASASINDA MUTLAK EGEMENLİK İSLAM ŞERİATININDIR”
Bu Yalana Verilecek Cevap Şudur:
Yemen’de egemenlik ne şeriata ne de Kitap ve Sünnet’e aittir. Bilakis, en yüksek hüküm ve mutlak
egemenlik tağutundur. Bunu açık bir şekilde ortaya koyacak olursak:
İslam şeriatı, Yemen anayasasında sadece bir madde olarak yer almaktadır. Eğer şeriatın hükümleri
uygulanıyorsa, bu şeriat emrettiği için değil, anayasanın üçüncü maddesinde bunu zorunlu kıldığı içinu ygulanmaktadır.
O hâlde burada egemenlik kimindir?
Anayasa mı şeriat üzerinde hâkim ve belirleyici konumdadır, yoksa şeriat mı anayasa üzerinde hüküms ahibidir?
Anayasa, şeriat üzerinde hâkim konumdadır ve şeriat ancak anayasa tarafından onaylandığı süreceu ygulanabilir.
Bu, tevhidi bozan bir durumdur! Çünkü bu anlayış, insanların fikirlerini, görüşlerini, hükümlerini veh evâlarını şeriatın üzerine çıkarmaktır. Eğer anayasa "Şeriata uyun" derse, uyulur; eğer "Şeriata uymayın" derse, uyulmaz.
Böylece şeriat, anayasanın izin verdiği ölçüde uygulanan bir hüküm hâline gelir ve artık bağımsız birh üküm kaynağı olarak görülmez. O hâlde, bu anayasa ve yasa, Yemen topraklarında bir tağuttur!
Biz, Allah azze ve celle'yi şahit tutarak, bu tağuttan berî olduğumuzu ilan ederiz!
Şeriat ile Çelişen Anayasal Maddeler
1- Yemen Anayasasının Üçüncü Maddesi
Yemen Anayasasının üçüncü maddesi şu şekildedir:
"İslam şeriatı, tüm yasaların kaynağıdır."
Peki, bu madde nasıl kabul edilmiştir?
Bu madde, genel halk referandumu doğrultusunda onaylanmıştır. Yani halk, parlamentonun onayıyla
birlikte bu maddeyi kabul etmeyi veya reddetmeyi seçmiştir. Demokratik sistemin geçerli olduğu
Yemen’de, halkın bu maddeyi seçme veya reddetme hakkını veren şey, bizzat anayasanın kendisidir.
Anayasanın 185. maddesi şu şekildedir:
“Cumhurbaşkanı ve Parlamento Meclisi, anayasanın bir veya birden fazla maddesinin değiştirilmesini
talep edebilir. Değişiklik talebinde, hangi maddelerin değiştirileceği ve bu değişikliğin gerekçeleri
belirtilmelidir. Eğer değişiklik talebi Parlamento Meclisi'nden geliyorsa, en az üçte bir üyenin imzasını
taşımalıdır.
Her durumda, meclis değişiklik ilkesini tartışır ve üyelerin çoğunluğunun kararıyla kabul veya
reddeder. Eğer değişiklik talebi reddedilirse, aynı maddeler için bir yıl boyunca yeniden değişiklik
talebinde bulunulamaz.
Eğer Parlamento Meclisi değişiklik ilkesini onaylarsa, onay tarihinden iki ay sonra değişiklik için gerekli
maddeleri tartışmaya açar. Anayasanın birinci ve ikinci bölümlerindeki maddeler ile (62, 63, 81, 82,
92, 93, 98, 101, 105, 108, 110, 111, 112, 116, 119, 121, 128, 139, 146, 158, 159) numaralı maddelerin herhangi birinde değişiklik yapılması, Parlamento Meclisi üyelerinin dörtte üçünün onayına tabi olur
ve ardından genel halk referandumuna sunulur.
Eğer genel halk referandumuna katılanların mutlak çoğunluğu değişikliği onaylarsa, değişiklik
referandum sonucunun ilan edildiği tarihten itibaren yürürlüğe girer. Bunun dışındaki maddelerde
yapılacak değişiklikler, Parlamento Meclisi'nin dörtte üçünün onayıyla kabul edilir ve onay tarihinden
itibaren yürürlüğe girer.”
1
Maddenin anlamı şudur: Cumhurbaşkanı, anayasanın değiştirilmesini talep etme hakkına sahiptir.
Aynı şekilde, Parlamento Meclisi de bu değişikliği talep etme yetkisine sahiptir.
Anayasanın değiştirilmesi, ancak ilgili maddede belirtilen hususlar doğrultusunda halkın onayıyla
yasal kabul edilir. Bunun dışındaki durumlarda, Parlamento Meclisi üyelerinin dörtte üçünün onay
vermesi hâlinde değişiklik yapma yetkisine sahiptir.
Biz diyoruz ki: Yemen Anayasasının üçüncü maddesinin yürürlükte olmasını sağlayan şey, Allah’ın
emri ve hükmü olduğu için değil, halkın tercihiyle kabul edilmesidir.
Çünkü anayasa, insanlara Allah azze ve celle’nin hükmü ile yönetilmeyi isteyip istememe konusunda
seçim hakkı tanımaktadır. Eğer isterlerse Allah’ın hükmüyle yönetilirler, istemezlerse ondan yüz
çevirirler.
Oysa bu anlayış, İslam ile asla bağdaşmaz! Zira İslam, Müslümanlara Allah azze ve celle’nin şeriatına
uymayı kesin bir farz kılmış ve bu konuda onlara hiçbir seçim hakkı tanımamıştır. Mümin, Allah’ın
hükmü karşısında itaat etmekten başka bir tercih hakkına sahip değildir.
Allah azze ve celle şöyle buyurmuştur:
“Allah ve Resûl'ü bir şeye hükmettiğinde, mümin erkek ve mümin kadının o işlerinde seçim hakları
yoktur. Kim de Allah’a ve Resûl’üne isyan ederse, muhakkak ki apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.”
2
İbn Kesîr (Allah ona rahmet etsin) bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir:
“Bu ayet, tüm meseleleri kapsayan genel bir hükümdür. Allah ve Resûlü bir konuda hüküm
verdiğinde, hiç kimsenin buna karşı çıkma hakkı yoktur. Burada ne bir seçim hakkı, ne bir görüş, ne
de bir söz geçerlidir.”
3
Allah azze ve celle yine şöyle buyurmuştur:
“Hayır! Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem tayin edip, verdiğin
hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan ve tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş
olmazlar.”
4
Biz diyoruz ki: Anayasa, halka Allah’ın hükmünü kabul edip onunla amel etme hakkını verdiği gibi, onu
reddetme ve onunla amel etmeme hakkını da tanımıştır.
Ve biz, referandumda oy kullanmayı zorunlu görenlere soruyoruz: Allah’ın hükmünü kabul etmeyen,
anayasanın üçüncü maddesini reddeden ve referandumda "hayır" diyen kimsenin hükmü nedir?
Bize gelince, böyle bir referanduma katılmak, ne "evet" ne de "hayır" demek suretiyle caiz değildir. Çünkü anayasanın "evet" ile onaylanması, Allah’ın Kitabı’nı ve O’na teslimiyetin esasını açıkça
reddetmek anlamına gelir.
Aynı şekilde, "hayır" diyen kimse de, Allah’ın hükmünün oylamaya sunulmasını kabul etmiş olur ki, bu
da tevhidin temellerine aykırıdır.
Bu sebeple, böyle bir referandumdan uzak durmak farzdır! Çünkü Allah’ın hükmü, insanların oylarına
sunulamaz ve halkın tercihine bırakılmaz!
Biz diyoruz ki: Eğer anayasanın üçüncü maddesi – “İslam şeriatı tüm yasaların kaynağıdır” – gerçekten
İslami bir madde olsaydı, anayasa onun değiştirilmesini helâl kılmazdı.
Oysa anayasa, bu maddenin değiştirilmesine izin vermiştir ve bu değişikliğe izin veren madde, daha
önce bahsedilen 185. maddedir.
Bu ise, dini bir oyun ve eğlenceye dönüştürmekten başka bir şey değildir! Bir zaman gelir,
dilediğimizde şeriat ile amel ederiz; bir zaman gelir, çoğunluğun kararıyla onu değiştirme ve yerine
başka hükümler getirme hakkına sahip oluruz.
İşte bu, bizzat küfrün ta kendisidir!
Ve bu küfrü, Yemen Anayasası helâl kılmıştır.
Biz, Allah azze ve celle’yi şahit tutarak, bu anayasadan berî olduğumuzu ilan ederiz. Ve Allah, bunun
hesabını elbette soracaktır.
A) Şeriata Aykırı Anayasal Maddelerden Örnekler:
1- Dördüncü Madde:
Bu maddenin metni şöyledir:
"Halk, egemenliğin sahibi ve kaynağıdır. Halk, doğrudan referandum ve genel seçimler yoluyla veya
dolaylı olarak yasama, yürütme ve yargı organları ile seçilmiş yerel meclisler aracılığıyla egemenliğini
kullanır."
Bu madde, halkın egemenliğin sahibi ve kaynağı olduğunu açıkça ifade etmektedir. Egemenlik yetkisi
ise, maddenin devamında belirtildiği üzere yasama, yürütme ve yargı olmak üzere üç otoriteye
bölünmüştür.
Dolayısıyla, Yemen Anayasasının dördüncü maddesi, halkı egemenliğin sahibi ve kaynağı olarak
tanımlayarak, yasama yetkisini halka vermektedir.
Oysa yasama hakkı, yalnızca Allah azze ve celle'ye aittir ve bu yetkide O’na hiçbir ortak koşulamaz.
Allah azze ve celle şöyle buyurmuştur:
“Yoksa, Allah’ın izin vermediği şeyleri, kendilerine dinden şeriat kılan/kanun yapan ortakları mı
var? Şayet (azaplarının kıyamete erteleneceğine dair) kesin bir söz olmasaydı elbette, aralarında
hüküm verilirdi. Şüphesiz ki zalimlere can yakıcı bir azap vardır.”
5
2- Altıncı Madde:
Dördüncü madde nasıl şeriata aykırı, şeriatın egemenliğini ortadan kaldıran ve anayasayı bir tağut
haline getiren bir madde ise, beşinci madde de şeriata aykırı hükümler içermektedir. Ancak ben, özet olması açısından altıncı maddeye geçiyorum çünkü altıncı madde, beşinci maddeden daha zalim ve
daha azgındır.
Yemen Anayasasının Altıncı Maddesi, Devletin Temelleri başlığı altındaki Birinci Bölüm – Siyasal
Esaslar kısmında şu şekilde geçmektedir:
“Madde (6): Devlet, Birleşmiş Milletler Anlaşması, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Arap Birliği
Antlaşması ve genel olarak tanınan uluslararası hukuk kurallarına bağlılığını teyit eder.”
A) Birleşmiş Milletler (BM):
Bu zamanın en büyük tağutlarından biri Birleşmiş Milletler ve onun Allah’a, Resûlü’ne ve müminlere
savaş açan anlaşmalarıdır.
Uluslararası Adalet Divanı:
Birleşmiş Milletler’in anlaşmalarından bazıları şunlardır:
Madde (93): "Birleşmiş Milletler’in tüm üyeleri, üyelikleri gereği Uluslararası Adalet Divanı’nın
temel statüsüne taraf sayılırlar."
Madde (94): "Birleşmiş Milletler’in her üyesi, taraf olduğu herhangi bir davada Uluslararası
Adalet Divanı’nın hükmüne boyun eğmeyi taahhüt eder."
Bu maddeler, Birleşmiş Milletler’e üye olmanın şartı olarak Uluslararası Adalet Divanı’na
başvurmayı zorunlu kılmaktadır. Her üye devlet, taraf olduğu herhangi bir davada Uluslararası
Adalet Divanı’nın hükmüne boyun eğmeyi taahhüt eder.
Bilindiği üzere, dinde bilinmesi zaruri olan hakikatlerden birisi de, tağuta muhakeme olmanın
küfür olduğu ve kişiyi İslam milletinden çıkaran açık bir riddet (dinden dönüş) olduğudur.
Madde 1: "Birleşmiş Milletler Şartı ile kurulan Uluslararası Adalet Divanı, Birleşmiş Milletler’in
ana yargı organı olup, görevlerini bu temel tüzük hükümlerine göre yerine getirir."
Madde 2: "Mahkeme heyeti, yüksek ahlaki değerlere sahip, kendi ülkelerinde en yüksek yargı
makamlarına atanma yeterliliğine sahip kişiler arasından veya uluslararası hukuk alanında
uzmanlığı tescillenmiş hukukçular arasından seçilen bağımsız yargıçlardan oluşur. Tüm bunlar,
onların uyruklarına bakılmaksızın gerçekleştirilir."
Dolayısıyla, görüldüğü ve şaşırtıcı olmayan bir gerçek olarak, bu mahkemenin yargıçlarının
Müslüman olması şart koşulmamıştır. Hatta, bu mahkemede bugüne kadar hiçbir zaman bir
Müslüman yargıç yer almamıştır.
Yargıçların Dayandığı Hukuki Kaynaklar
Peki, bu yargıçlar hangi kaynaklara dayanarak hüküm verirler? Aşağıdaki madde bu sorunun
cevabını vermektedir:
Madde 3:
1- Mahkemenin görevi, kendisine sunulan anlaşmazlıkları uluslararası hukuk hükümlerine göre
çözmektir. Bu çerçevede mahkeme şu kaynakları uygular:
(a) Taraf devletler tarafından açıkça kabul edilen genel ve özel uluslararası anlaşmalar. (b) Devletler tarafından sürekli uygulanması sebebiyle bağlayıcı hukuk kuralı olarak kabul edilen
uluslararası örf ve adetler.
(c) Medeni milletler tarafından kabul edilen genel hukuk ilkeleri.
(d) Çeşitli ülkelerde genel hukuk alanında yazılmış büyük hukukçuların görüşleri ve mahkemelerin
verdiği hükümler. Bunlar, hukukun yardımcı kaynakları olarak kabul edilir ve Madde 59’un
hükümlerine uygun şekilde dikkate alınır.
2- Yukarıda belirtilen hükümler, mahkemenin bir davayı, davanın taraflarının kabul etmesi hâlinde,
adalet ve hakkaniyet ilkelerine göre çözme yetkisini sınırlamaz.
İşte Birleşmiş Milletler’in hüküm sürdüğü yasa ve din: Uluslararası anlaşmalar, uluslararası teamüller,
genel hukuk ilkeleri ve büyük hukukçuların görüşleri ile mahkeme kararlarından müteşekkildir.
Peki, böyle bir tağuta muhakeme olmak caiz midir?
Ve bununla övünmek nasıl meşru görülebilir?!
Uluslararası Adalet Divanı’na yapılan başvuruların nasıl karara bağlandığını açıklayarak bu konuyu
tamamlıyorum:
Madde 55:
1- Mahkeme, önüne gelen tüm davaları, mevcut yargıçların çoğunluk kararıyla sonuçlandırır.
2- Eğer oylar eşit çıkarsa, başkanın veya onun yerine görev yapan yargıcın tarafı üstün sayılır.
C) İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi:
Altıncı madde ayrıca, "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ne bağlı kalmayı" da teyit etmektedir.
Burada, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin İslam’a aykırı bazı maddelerini aktaracağım :
Madde 1:
"Bütün insanlar özgür doğarlar ve onur ile haklar bakımından eşittirler. Akıl ve vicdan ile
donatılmışlardır ve birbirlerine kardeşlik ruhu ile muamele etmelidirler."
Bu madde, İslam’ın temel esaslarından biri olan velâ ve berâ akidesine aykırıdır. İslam, müminler ile
kâfirler arasında bir ayrım koymuş, dostluk ve düşmanlık bağlarını iman temeli üzerine inşa
etmiştir.
Madde 2:
"Her insan, bu beyannamede yer alan tüm hak ve özgürlüklerden hiçbir ayrım gözetilmeksizin
faydalanma hakkına sahiptir. Bu haklar; ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi görüş veya herhangi bir
görüş, ulusal veya sosyal köken, servet, doğum veya başka bir statü bakımından herhangi bir ayrım
gözetilmeksizin tanınır. Ayrıca, bireyin ait olduğu ülke veya bölgenin siyasi, hukuki veya uluslararası
statüsü temelinde herhangi bir ayrım yapılamaz; bağımsız olsun, vesayet altında olsun, özerkliğe
sahip olsun ya da egemenliği herhangi bir şekilde sınırlanmış olsun fark etmeksizin tüm insanlar
eşittir."
Bu madde, dinin insanlar arasında hiçbir ayrım sebebi olmadığını öne sürerek İslam’ın inanç
esaslarıyla çelişmektedir. Zira İslam, müminler ile kâfirler arasında ayrım yapmış, dostluk ve
düşmanlık bağlarını iman temeli üzerine kurmuştur.
Madde 4:
"Hiç kimse köleleştirilemez veya köle olarak çalıştırılamaz. Kölelik ve köle ticareti her ne şekilde olursa
olsun yasaktır."
Bu madde, İslam’ın köleliği mutlak anlamda yasaklamadığı gerçeğine aykırıdır. İslam, köleliği
kaldırmayı teşvik etse de, onu bütünüyle haram kılmamıştır.
Haram ve helal yalnızca şer’î delillere dayanır. Bir hükmün yasak olduğunu iddia eden kişi, bunu Kitap,
Sünnet veya icmâ ile delillendirmek zorundadır. Ancak İslam’da köleliği kesin olarak haram kılan
hiçbir delil bulunmamaktadır.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin İslam’a Aykırı Maddeleri
Madde 7:
"Bütün insanlar kanun önünde eşittir ve hiçbir ayrım gözetilmeksizin kanunun eşit korumasından
faydalanma hakkına sahiptirler. Aynı şekilde, bu beyannamede yer alan hakları ihlal edecek her
türlü ayrımcılığa ve bu ayrımcılığı teşvik eden her türlü eyleme karşı eşit koruma hakkına
sahiptirler."
Bu, mutlak eşitliği ifade eden maddelerden biridir. Oysa şeriatta Müslümanlarla kâfirler, küçüklerle
büyükler, erkeklerle kadınlar, savaşçılar ile zimmet ehli arasında eşitlik söz konusu değildir. Asıl
adalet, Allah azze ve celle’nin hükmüdür ve O’nun hükmüne muhalif olan her şey zulüm ve
haksızlıktır.
Madde 16:
"Erkek ve kadın, evlilik yaşına ulaştıklarında hiçbir cinsiyet veya din ayrımı olmaksızın evlenme ve aile
kurma hakkına sahiptir. Evlilik sırasında, evlilik birliği devam ederken ve evlilik sona erdiğinde eşler
eşit haklara sahiptir."
Bu madde, Müslüman bir kadının kâfirle evlenmesini caiz görmekte ve Müslüman erkeğe müşrik
kadınla evlenme hakkı tanımaktadır. Ayrıca, evlilik hukukunda erkek ve kadın arasında mutlak eşitliği
benimsemekte ve şeriata aykırı bir yaklaşım getirmektedir.
Madde 18:
"Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkı vardır. Bu hak, dinini veya inancını değiştirme
özgürlüğünü ve tek başına veya topluluk içinde, kamuya açık veya özel olarak, dinini veya inancını
öğretme, uygulama, ibadet ve gözlemleme özgürlüğünü içerir."
Bu madde, kişinin din değiştirme (irtidad) hakkını tanımakta ve irtidadın serbest olduğunu kabul
etmektedir. Oysa şeriata göre irtidat büyük bir suçtur ve cezası vardır.
Madde 21:
"Halkın iradesi, hükümetin meşruiyet kaynağıdır ve bu irade, eşitlik temelinde ve gizli oy ile yapılan
düzenli ve dürüst seçimlerle ifade edilir."
Bu madde, halkın iradesini mutlak yetki sahibi kılmakta ve yönetimin meşruiyetinin halkın seçimine
bağlı olduğunu öne sürmektedir. Oysa şeriatta hüküm yalnızca Allah azze ve celle’nindir.
Madde 30
"Bu beyannamenin hiçbir maddesi, herhangi bir devlet, grup veya bireyin, burada belirtilen hak ve
özgürlükleri yok etmeye yönelik bir faaliyette bulunma veya eylem gerçekleştirme hakkına sahip
olduğu şeklinde yorumlanamaz."
Bu madde, beyannamenin tüm hükümlerinin bağlayıcı olduğunu belirterek hiçbir itiraza veya reddiye
izin vermemektedir. Böylece, şeriata aykırı olan bu beyannamenin hükümlerine bağlı kalmayı zorunlu
kılmaktadır.
İşte Yemen’in bağlı kalmayı taahhüt ettiği İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin bazı maddeleri…
Şöyle diyoruz: Yemen Anayasası’nın altıncı maddesi, şu unsurların içinde barındırdığı tevhidin
hükümlerini bozan birçok ilkeyi içermektedir:
A - Birleşmiş Milletler Anlaşması.
B - İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi.
C - Uluslararası Hukukun Kuralları.
Allah azze ve celle şöyle buyurmuştur:
“Hidayet kendilerine apaçık belli olduktan sonra, gerisin geriye dönenler/mürtedleşenler, şeytan
(bu durumu) onlara süslü göstermiş ve uzun emellerle (onları kandırmıştır). (Bunun nedeni) onların
Allah’ın indirdiğinden hoşlanmayanlara: “Size, bazı işlerde itaat edeceğiz.” demelerindendir. Allah,
onların sırlarını bilir. Melekler, yüzlerine ve sırtlarına vura vura canlarını alırken, onların hâli nice
olur? Bu, onların Allah’ı öfkelendiren şeye uymaları ve O’nun rızasını hoş görmemeleri
nedeniyledir. (Allah da) onların amellerini boşa çıkardı.”
6
D - (Madde 260): “Mushaf-ı Şerif’i kasten tahrif eden, anlamını değiştiren ve bu yolla İslam dinine
zarar vermeyi hedefleyen herkes, en fazla beş yıl hapis cezası veya para cezasıyla cezalandırılır.”
Diyorum ki: Kanunun Kur'an-ı Kerim’e olan hafifletici tutumu ve ona karşı gösterdiği küçümseme o
kadar büyüktür ki, Kur’an’ı tahrif eden kişiyle sahte posta pulları üreten kişinin cezasını eşit
tutmuştur.
(Madde 207): “Mühür pullarını veya posta pullarını sahte olarak üreten ya da bunları taklit eden
herkes, en fazla beş yıl hapis cezasına çarptırılır.”
Görüldüğü üzere devletin mührü veya Cumhurbaşkanı’nın mührü, yasalar önünde Allah azze ve
celle’nin Kitabı’ndan daha üstün bir konumdadır.
Madde 208: “Devlet mührünü, Cumhurbaşkanı mührünü, herhangi bir kamu görevlisinin veya kamu
kurumu olarak kabul edilen herhangi bir kuruluşun mührünü sahte olarak üreten veya taklit eden
herkes, en fazla on yıl hapis cezasına çarptırılır.”
Diyoruz ki: Mushaf-ı Şerif’i tahrif eden veya posta pullarını sahte olarak üreten bir kimse beş yıl
hapisle cezalandırılırken, Cumhurbaşkanı’nın mührünü taklit eden bir kimse on yıl hapse mahkûm
ediliyor mu?!
Bu, Ceza ve Cezalandırma Kanunu’nda yer alan hükümlerin yalnızca bir örneğidir. Bu kanundaki
şeriata aykırı hükümlerin tamamını burada zikretmek mümkün değildir; çünkü burada asıl maksat, bu
hükümleri ayrıntılı bir şekilde saymak değil, şeriat ile çelişen yönlerini ortaya koymaktır. Tek bir
maddenin dahi bu çelişkiyi gözler önüne sermesi yeterli olursa, onlarca madde Allah azze ve celle’nin
hükmüne muhalefet ederken nasıl susulabilir?