Emir Seyfullah: "Tağut’un Reddi, Kafkas Mücahidlerinin Esas Zaferidir!"

1996 yılında Rusya'nın savaşı kaybedip çekilmesi üzerine demokratik Çeçen-İçkerya Cumhuriyeti kuruldu. 1999'da Rusya'nın yeniden işgali sonrası savaş yeniden başladı.
31 Ekim 2007 tarihinde Çeçen-İçkeriya Cumhurbaşkanı ve aynı zamanda başkomutan olan Dokku Umarov, Çeçen-İçkerya Cumhuriyeti'ni feshedip Kafkasya İslam Emirliği'ni (İmarat Kavkaz) kurduğunu ilan etti. Savaşı milli sınırlardan çıkarıp tüm Kafkasya'ya taşıdı.
Cumhuriyetin feshedilmesi ve İslam Emirliği'nin ilan edilmesi sonrasında Batı'nın da Rusya'nın safına geçeceği eleştirileri yapıldı. Bunun üzerine Kafkasya Emirliği'nin genel kadısı Emir Seyfullah (2010 yılında şehid düştü) bu risaleyi yayınlayarak cevap verdi.
Suriye'de demokratik cumhuriyet mi kurulmalı yoksa İslam Emirliği mi tartışmalarının yoğunlaştığı bu günlerde, Emir Seyfullah'ın bu risalesini önemine binaen bir kez daha yayınlıyoruz.
---
Tağut’un Reddi, Kafkas Mücahidlerinin Esas Zaferidir!
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a, Sâlât ve Selam nebi ve resul mührü taşıyan Muhammed’in, ailesinin ve dürüst ashabının üzerine olsun. Allah’ın hidayet ettiğini kimse saptıramaz ve O’nun saptırdığını kimse hidayete erdiremez. Şehadet ederim ki; Allah’dan başka ilah yoktur ve Muhammed (salat ve selam üzerine olsun) O’nun kulu ve elçisidir.
Bundan sonra…
Her şeye kadir olan Allah Kur’an’da şöyle buyuruyor:
De ki: “Hak geldi; artık bâtıl ne bir şeyi ortaya çıkarabilir ne de geri getirebilir.”(Sebe Suresi, 49)
ÖNSÖZ
Mücahidlerin emiri Ebu Osman (Dokko Umarov) bir bildiri yayınlayarak putperestliğin her alametini reddetti ve emrindekiler için İslami yönetim sistemini kurdu. O resmen Tağut’un kurallarıyla, ÇİC (Çeçen İçkerya Cumhuriyeti)’in 1992’deki anayasa metninin 2. maddesinde geçen şu ifadeyle, hükmetmeyeceğini deklare etti:
“Çeçen Cumhuriyeti halkı, devlet genelinde egemenliğin tek kaynağıdır. Halk, kendine ait olan egemenlik hakkını doğrudan ve kendisi tarafından oluşturulan yasama, yürütme ve yargı erkini temsil eden organlar tarafından, keza kendi yönetim organları aracılığıyla gerçekleştirir.”
Emirimizin bildirisi otoritenin yegane kaynağının insanlar değil Yüce Allah ve rehber olarak gönderdiği peygamberimiz Muhammed (salat ve selam üzerine olsun) olduğunu dikkate aldığını ifade etmektedir. O böylece İslam’la çelişen kavramlardan da vazgeçmiş oldu:
Cumhuriyet, parlamento, başbakan vs gibi. O’nun bildirisi ayrıca demokratik yönetim sisteminin putperest inanışların ve benzeri öğretilerin reddidir. Kafkas Mücahidleri İslam’la çelişen hiçbir düşünceyi taşımamaktadır; İnsan hakları, uluslarararı hukuk, referandum, ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü gibi.
Bazı insanlar bu kararın aniden ve kendiliğinden Dokko Umarov tarafından alındığı konusunda bizi ikna etmeye çalışıyor. Hatta bazıları Rus Gizli Servisi’nin Emirimize gönderdiği bir hipnozun “Çeçen devletinden vazgeç” telkinleri üzere emirin bu kararı aldığı komplo teorisini ortaya attı. Bu bana Mekkeli müşriklerin Peygamberimize karşı (salat ve selam üzerine olsun) sözlerini hatırlatıyor: Onun ahlakını ve dürüstlüğünü bilenler onu yalanla suçlayamazlardı, bu yüzden onun büyülendiğini iddia ettiler. Hatta bir büyücünün insanlarla karşı karşıya gelmesi için onu zorladığını iddia ettiler.
Ve hak kendilerine geldiğinde onu inkar edenler, “Bu ancak apaçık bir büyüdür” dediler. (Sebe Suresi, 43)
Elbette, büyü ona hiçbirşey yapamazdı. Fakat kafir gizli servisleri bunun tam tersini istiyor. Onlar, Müslümanların Tevhid’in katı kurallarına sıkı bir şekilde bağlanmalarının Müslümanların zafer kazanmasının yegane koşulu olduğunu bilen Şeytan tarafından kontrol ediliyorlardı. Tevhid, bizim yaşamımızın maksadıdır. Biz onun için kavga eder ve ölürüz. Kafirlerin ve münafıkların amacı bizi gerçek itikadımızdan uzaklaştırmak ve bizi imansızlardan kılmaktır.
“Arzu ettiler ki kendilerinin küfre saptıkları gibi siz de sapasınız da onlarla beraber olasınız.” (Nisa, 89)
“Onlar, güç yetirebilseler, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler.” (Bakara, 217)
Bilinmelidir ki yönetim sistemi bizim dinimizin ayrılmaz bir parçasıdır. Şu da bilinmelidir ki dinin bir parçasını reddetmek İslam’ın tamamını reddi demektir. Bu tam olarak kafirlerin bugün başarmayı denediği şeydir. Onlar bütün güçleriyle bizim İslami yönetim sisteminden caymamıza çalışıyor ve kendi sistemlerinin propagandasını yapıyorlar, bu şekilde inkarcılardan olmamız konusunda bizi zorluyorlar. Biz, her zaman inancımızı savunduk ve uzun zamandır da bizim canlarımızı ve mallarımızı savunma adına sahneye koyduğumuz cihadımız Allah’ın kelimesini yükseltme cihadına döndü. Şimdi ise biz sadece, onu açıkça ilan etmeye ihtiyaç duyduk.
“…Fakat Allah, olacak bir işi (mü’minlerin zaferini) gerçekleştirmek için böyle yaptı ki, ölen açık bir delille ölsün, yaşayan da açık bir delille yaşasın.” (Enfal, 42)
Mücahidler bu kararı uzun bir zaman önce almıştır. Aşağıda ben olayların nasıl geliştiğini ve bu kararın açıklandığı satırlarda payı olan yazarların buna nasıl karar verdiğini açıklayacağım.
KISA TARİHİ ARKAPLAN
Rusya’ya karşı savaş 13 yıldan fazla bir zamandır sürüyor. İlk zaferden sonra, bir iç çekişme oldu ve onun ateşi bugün hala için için yanmaya devam ediyor. O çekişmeyi yaşamış olan sağ kalanlar hala karşılıklı olarak husumet besliyorlar. Bugün hala o olayların sonrasında kimin haklı olduğunu ve kimin haksız olduğunu açıklamak imkansız. Bugün bir şey açıktır ki: Biz bugün o geçmiş olaylardan ders çıkarmazsak, aynı şeyler tekrarlanabilir.
Sorulması gereken Çeçen Devleti’ni bir kere daha neyin inşa edebileceğidir. Geçmişte savaşçıların arasında (İslam ve ulusal törelerin sentezlendiği bir demokrasi üzerine kurulmuş) laik bir otorite taraftarı olanlar ve Şeriat taraftarları vardı. 2002 parlamentosu direniş mensuplarının arasındaki çekişmeyi çözmeye çalıştı ancak o sadece Kafkas mücahidlerine formalite bir birliktelik sağlayabildi.
Bazı kardeşlerimiz geçmiş hatalarını kabul ettiler, fakat birçok önemli soruda ortak bir noktada buluşmakta başarısız oldular. Biz bir felaketin yakın olduğunu gösteren bir yönetimle, hep iki seçenek arasında kendimizi bulduk. İlki, savaşın sonu gelmeden düğümü bir kerede kesmekti. Kimse bu kararı alamadı, çünkü bu mücahidlerin saflarında açıkça bir ayrılmaya sebep olacak ve yenilgiyi getirecekti.
Alternatif seçenek ise savaş sona erene kadar veya sonuna kadar savaştıktan sonra bir anlaşmaya varıldıktan sonra düğümü çözmekti. Fakat herkes anladı ki, savaş ve ortak düşman mücahidleri birleştiremeyecekti, sonra barışçıl koşullarda bunu yapmak da pratikte imkansızdı. Tüm Mücahidlerin arasında ortak bir karar verecek, cihada katılmış bir hakem bulunamaması da bizleri kızdırdı, çünkü iyi veya kötü tüm komutanlar ve alimler savaş sonrasında bu fitneye müdahil olmuşlardı.
Sonuç olarak, demokrasi taraftarları ve şeriat taraftarları ÇİC başkanını tanımak konusunda anlaştılar ve cumhuriyetin anayasasının şeriata göre belirlenmesini teklif ettiler. Herkes anlaşmanın formalite olduğunun ve zorla yapıldığının farkındaydı. Demokratlar çouğunluğun kendi tarafında olduğunu ileri sürerek şeriat kanunlarının meşru olmadığını söylediler, çünkü anayasa referandumla belirlenmişti ve umumi bir oylama ile değiştirilebilirdi. Onlar ayrıca Meclis yeniden seçilme hakkı vermiş olsa da, savaştan sonra devletin “insanların seçilen temsilcisi” olan tek başkanı olmasının meşru olabileceğini savundular.
Şeriat taraftarları ise ÇİC’in başkanının İslami kurallara göre seçilmediği söylediler. O sadece, askeri hareketin komutanı olur diye düşünülmüştü. Birçok kişi Rusya ile görüşmeye geçilmesini ve mütarekenin başkanın konumunu koruması için zorunlu olduğunu söylediler. Her grubun veya cemaatin kendi finans kaynakları olması bu birlikteliğin formaliteden ibaret olduğunun bir başka göstergesiydi. Bazı ulema bunu askeri zorunluluklardan kaynaklandığı savunarak açıklamaya çalıştı ama gerçek sebep otoriteye güvensizlik ve itimatsızlıktı. Hatta Şeyh Abdulhalim güç toplamak için geldiğinde, birçok mücahid ona biat yemini etmedi.
Kafkas Mücahidlerinin 2005’de birleşmesinin ardından İçkerya’daki otoroite güçlendirilmiş oldu ve Kafkas cephesi açıldı. Ben, şahsen 2005 yazında Nalçik’deki Askeri Meclis’de mevcuttum. Emir Ebu İdris Abdullah Basayev (Allah ona rahmet etsin), Hanif İlyas Gorçkanov (Allah ona rahmet etsin) ve Muhammed Musa Mukozev Kafkasya’ya dahil olan İnguşetya cemaatinin ve Kabardey Balkarya cemaatinin katılması meselesiyle uğraşıyorlardı. Ebu İdris çekişmenin bittiği ilan etti ve bir ayrılma tehdidi önlenmiş oldu. Uzun yıllar süregelen sorun giderilmiş oldu.
Çekişmenin birçok katılımcısı düşmana katılarak gerçek yüzlerini gösterdiler. Sadece Şeriat taraftarları demokrasiyi terkettiler ve Mücahidlerin arasında kaldılar. Böylece ayrılma tehdidi de son bulmuş oldu, Şeriat sistemine geçiş kararı tam zamanında alınmış oldu. Abdullah Basayev devlet sistemindeki tüm pagan öğeleri reddi manasına gelen bir karar alarak, bizleri İçkerya İslam Devleti’nin vatandaşları ve Kafkasya Mücahidlerinin Askeri Meclisi’nin bir çeşit parçası olarak nitelendirdi.
Bizler İçkerya devlet otoritesinin Şeriat’a göre düzenlenmesi sorununu çözmesi için Abdulhalim’in memurları olduk.
Ancak Cihad cephesindeki zor şartlar sebebiyle, Meclis’de yer alamadık. Abdulhalim Sadulayev ve Ebu İdris Basayev (Allah onlara rahmet etsin) gittikten sonra, biz yönetimle irtibatımızı uzun süre kaybettik.
EMİR DOKKO UMAROV’LA MEKTUPLAŞMA
İlk fırsatta, Ebu Osman’a bir mektup yazdım. Onu Tağut’un demokrasisi ve yasasını terk etmeye, sadece İslam sancağını yükseltmeye, şirkin bütün eklentilerini terketmeye çağırdım. Ayrıca O’na bu kararı almak için Meclis’e danışmasına gerek olmadığını, çünkü Onun bunun tam olarak yegane sorumlusu olduğunu söyledim. O ilk olarak kendi nefsinden sorumludur ve Hesap Günü’ne bu sorumluluğunu saklamaktadır. Ve sadece bu da değil, tüm memurlarının yaşamlarının ve askeri planların sorumluluğu da Onun üzerindedir. Herşeyden önce O tüm bunların hesabını Yüce Allah’a verecektir.
Allah’ın dininin esasları her insan tarafından kolayca anlaşılabilir. Kuran insanlara sedece okunması ve yazılması için gönderilmedi. Eğer biz Kur’an ve sünnetten apaçık delilleri görüyorsak, gerçeği gizlemeye çalışan, Allah’ın ayetlerini gizleyen, hevalarının faydası için onu yanlış yorumlayan, şerre çağıran alimleri onaylamak zorunda değiliz. Kıyamet Günü Emir kendini şöyle savunamayacaktır: “Ey Rabbim! Ben senin kanunlarını uygulamak istedim, fakat ulema (İslam’ın dini liderleri) bana izin vermediler.”
Elbette, biz sarfettiği sözler hüccetlerle (delillerle) uyuşan alimlere saygı duyarız, fakat Akide’nin temel konularında (Usul’id Din’de) alimleri Taklid’e (bir görüşü aynı takip etmeye) izin verilmemiştir. İtikadi meselelerde birisinin ifadesini kabul etmeden önce sahih bir Delil’e (gerçek İslam kaynaklarındaki yerine) ihtiyacımız vardır. Şeriatın Fürû meselelerinde ise biz alimlerin sözlerini taklid edebiliriz ve her sözlerinin Delil’ini sormak zorunda değiliz.
Bu konuda Oy’a dayanılamaz olduğunu da mektupda vurguladım, hatta herkesin Şeriat için Oy vereceği kesin olsa bile.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Bununla beraber Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, gerek mümin bir erkek ve gerekse mümin bir kadın için, o işlerinde başka bir tercih hakkı yoktur. Her kim de Allah ve Resulüne âsi olursa açık bir sapıklık etmiş olur.” (Azhab, 36)
Ayrıca ben şu gerçeğe dikkat çekmek isterim ki, 2002 yılında şu devletliğimizin bir ilkesiydi: “Emir’in Şura’da tek bir oyu vardır.” Bu açıkça İslam ile çelişen ve kafirlerden ödünç alınan bir yenilikti. Eğer biz, bu ve diğer ciddi sapmaları sona erdirmezsek, Yüce Allah hayatımız boyunca düşmanlara karşı bize zafer nasip etmeyecektir. Bununla birlikte bizi ödülünden mahrum edip, cezaya çarptırabilir. Evet, böyle bir hareketin bizleri çekişmeye itme tehlikesi var. Ancak Yüce Allah, eğer insanlardan korkarsak ve Şeriat’ın belirlediği kanunların sınırını aşarsak bize sürekli çekişme ve ayrışmalar verecektir.
O, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
“Bu sebeple, O’nun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.”(Nur, 63)
Abdullah ibn Ömer (Allah ondan razı olsun), Peygamberden (salat ve selam üzerine olsun) şöyle rivayet ediyor:
“Eğer insanlar Allah’ın emirlerini ve Resulü’nün sünnetini terkedecek olursa, Allah onlara başka milletlerden düşman musallat eder. Onlar da ellerindekini alırlar. Yöneticileri Allah’ın kitabında indirdiği hükümlerle hükmetmezse Allah onları birbirine düşürür.” (İbn Mace’nin rivayet ettiği Sahih bir Hadis’ten alıntıdır. Ayrıca Elbani de Silsiletu’l Sahiha da zikretmiştir.)
Dokko Umarov bu meselenin Onun için açık olduğunu ve yönetim sisteminin ne olması gerektiği konusunda şüphesinin olmadığını ifade ettiği bir cevap yazdı. Zaten daha önceki mektuplarında da o sadece Allah rızası için, İslam için ve Şeriat için savaştığını vurgulamıştı. Emir Dokko Umarov şimdiden bir karar aldığını ve böyle bir çıkış yapacağını ifade etti. O sadece bunu ifade edecek metni hazırlamasına yardımcı olması için yaşlı bir mücahidin ulaşmasını beklediğini söyledi.
ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞINDAN İSLAMİ DİRENİŞE GEÇİŞ
Şeriat’ın bütünüyle hakim kılınması konusunda Ebu Osman’ın kararlılığına rağmen böyle bir hareketin gerekliliği ve zamanlaması konusunda bazı Mücahidlerin aklında şüpheler vardı. 2007 Ekim’inde Ebu Osman’ın Naib’i (Vekili) Emir Muhenned’den İslam dışında bir bayrağın (ideolojinin) altında savaşmak konusunda benim düşüncemi bilmek istediğini ifade ettiği bir mektup aldım. Çıkış noktası, benim İslam sancağı olmayan bir bayrak (ideoloji) altında savaşmaya izin verilmediğini yazdığım bir makalemdi. O, Şeyh Useymin’in İslami olmayan (Cahili) bir bayrağın altında Cihad etmeye izin veren bir fetvasını aktarmıştı. Böyle bir savaşın Bosna ve Hersek’de sürdürüldüğünü ve bütün İslam alimlerinin buna onay verdiğini, bunun Bosnalı Müslümanların yanında sadece Allah rızası için yapılan bir cihad olduğunu söylüyordu.
Ben bu soruyu elbette cevapladım. Şimdiye kadar cihad, demokrasi ve ulusal özgürlük bayrağı altında sürüyordu. Buna rağmen dünyanın her yerindeki alimler bu savaşın Çeçen insanlarını soykırımdan korumayı hedefleyen bir cihad olduğunu söylüyorlardı.
Bu meselede tartışmasız önemli bir nokta var: Gerçekten savunma savaşında ulusal bayraklarının altında ve hatta haydut çetelerinin bir üyesi olarak savaşılabilir. Ancak, şüphesiz tartışmalı yönleri de var. Örneğin, kafirlerin bayrağı altında da savaşılabilir mi? Bazı alimler, eğer Müslümanların yok olmasını engellemek için başka çare yoksa buna da cevaz veriyorlar. Diğerleri ise kafir bayrağı altında savaşanın (örneğin Kafirlere sadakatini göstermesi gibi) Vela yaptığı sürece kafir olacağını düşünüyor.
Mücahidlerin bir bölümü bunu kabul etti ve Sırplara karşı ulusal bayrağın altında savaştı. Aynı zamanda onlar Başkan Aliya İzzetbegoviç’in emri altında Demokratik Bosna bayrağının altında savaştılar.
Bosna’da başka bir Mücahid grup daha vardı ki, onlar Bosna hükümetini kabul etmediler ve İslam sancağı altında savaştılar.
Buna rağmen, bizim durumumuzda iki seçenecekten hangisini seçersek seçelim bu bizim için birşey ifade etmez. Çünkü bu tartışmanın bizimle yapılması için hiçbir gerekçe yok. Çünkü bu konuda konuşan alimler, Cihad’ın demokratik bir cumhuriyetin veya Hristiyan bir demokrat yöneticinin veya Hakkı kabul etmeyen, inkarcı bir yöneticinin emri altındaki bir devlette veya orduda caiz (İslam’a göre doğru) olup olamayacağını tartışmışlardır. Veya Onu hakka davet etmenin hiçbir olanağı olmadığı durumlarda. Fakat biz burada kardeşimiz hakkında konuşuyoruz! Biz Emir Dokko’ya şunu nasıl diyebiliriz: “Kardeş, sen bir süre kafir olmalısın. Yoksa bizim düşmanı yenmemiz zor olacak!”
Bazıları bize itiraz edebilir ve bunu yapması için bizim onu zorladığımızı söyleyebilir. Ve baskı sebebiyle kafirleri aldatmamızın bir ihtiyaç olduğunu söylebilir. Benim cevabım ise şu olacaktır: Allah’ın diniyle oynamayın! Eğer herkes askeri veya siyasal bir zorunluluk sebebiyle küfrünü açıklarsa, bizim dinimizden geriye hiçbirşey kalmaz. Bütün Ehl-i Sünnet alimleri kalbi imanla dolu olduğu halde ikrah (İslam’ın belirleği ölüm tehditi derecesinde bazı zor durumlar) dışında düşünerek küfür kelimeleri söyleyen herkesin kafir olacağı konusunda ittifak etmişlerdir. (Bakınız Kahtani, “El-Vela ve’l Bera, Cilt 1, Sayfa 60.) Bilinmelidir ki her tehdit ikrah değildir. İbn Hacer ikrahın dört şartı olduğunu söylemiştir:
1- Zorlayan kişi söylediğini yapabilecek güçte olmalıdır. Zorlanan kişi ise zorlayan kişinin vereceği zararın altından kalkabileceği güçte olmamalıdır. Yani, kaçabilecek veya gücüyle karşı koyabilecek durumda olmamalıdır.
2- Zorlanan kişi, zorlayan kişinin dediğini yapmadığında zorlayan kişinin, tehdidini büyük ihtimalle gerçekleştireceğini düşünmüş olmalıdır.
3- Zorlayan kişi, kendisiyle korkuttuğu şeyi hemen tatbik edebilecek güç ve istekte olmalıdır. Yani; istediği yapılmadığı taktirde tehdidini hemen, ani olarak uygulayacak güç ve istekte olmalıdır.
4- Zorlanan kişi, kendisinden istenilenden daha fazla bir şey yapmamalı, zorlandığı meselede muhayyer olduğunu, o konuda istekli olduğunu gösterir bir hareket yapmamalıdır. (Fethu’l Bari, Cilt 12, S:311)
Bu koşullar zorlamanın her hangi bir türünü uygulanır. Örneğin, bir ticaret anlaşmasının bitirilmesi için zorlama… Küfrü zorla kabul etme konusunda alimler ancak o tehditlere geri dönülemiyeceğinden emin olan kişinin küfür sözlerini söyleyebileceği konusunda icma etmişlerdir (ortak fikirde buluşmuşlardır). Örneğin düşman onu öldürmeye gelecek, onu zorla tehdit ediyor veya ona yakacak, acı verecek veya benzeri birşeyle öldüreceğinden eminse, alimlerin icmaına göre muallak cümlelerle küfür sözlerini geçiştirmesi gerekmektedir. (Bakınız; Hazin, Lübab’ut-Tevil, Cilt 4, Sayfa 117.)
Şu da bilinmelidir ki İslam emiri tarafından tayin edilen bir casus da tehlike altında olduğu dikkate alınırsa İslam ve alametlerini gizleyebilir. Onun durumu tehdit altındaki bir kimsenin durumu gibidir, çünkü o farkedilirse öldürülecek veya işkenceye tabi tutulacaktır.
Hiçbir yerde bir Emirin, istisna olarak, genel bir fayda için İslam’ın kanunlarının dışına çıkabilme hakkı olduğu belirtilmemiştir.
DÜŞMANLARIMIZIN PLANLARI
İlk bakışta Kafkasya Emirliği deklerasyonu Rusya’nın faydasına gibi gözüküyor. Ancak düşmanlarımız uzun zaman önce demokratik Çeçen Cumhuriyeti’ndeki demokratik kurumların ve bağımsız İçkerya’nın oluşmasından rahatsız olmayı bırakmıştı. Aslan Mashadov öldürüldükten sonra (Allah ona rahmet etsin), ÇİC’in uluslar arası tanınması meselesi kapanmış oldu. Batı önce biraz öfke sesleri mırıldandı ve sonra sessizliğe büründü. Bu yüzden sadece iki mesele (cihadın finansının tamamen kesilmesi ve ideolojik temellerinin çürütülmesi) Rus kafirini tedirgin ediyordu ve bu meselelerin onların lehine çözülmesi için savaşın sonlandırılmasına karar verilmeliydi.
Kafirler Arap Yarımadası’ndaki Müslümanların bağışlarının Çeçen cihadını finanse etmek için ana kaynak olduğunu biliyorlardı. Düşmanlarımız yardımların akışını bozmak için kralın yetkilileriyle bir anlaşma yapmanın yeterli olacağını ve böylece Çeçen probleminin çözüleceğini düşündüler. Başta Rusya terörle birlikte savaşmak için ABD ile bir anlaşma imzaladı. Sonra Kral Abdullah (O veliaht olduğu zaman gerçekte ülkeyi o yönetiyordu) Moskova’ya geldi ve bir anlaşma imzaladı. Abdullah, Çeçenleri finanse eden kaynakların kesilmesi için Putin’e söz verdi. Fakat her taraftan gelen yardımların eksilmesi Mücahidleri durduramadı. Birçok ünite kendini finanse edebilmek için kaynaklar buldu ve dış kaynaklardan bağımsız olarak bu işi hallettiler.
Kafirler, Müslümanları sadece kuvvetleriyle yenemeyeceklerini fark ettiler ve Haçlıların geçmiş zamanlarda yaptıklarının aynısını yaptılar ve Mücahidlerin ideolojik temellerini kazımaya başladılar. Bu sırada onlar Cihadın ana destekçilerinin tüm baskılara rağmen sayıları hızla artan imanlı gençler olduğunu anladılar. Oryantalistler ve İslam üzerinde araştırma yapan diğer uzmanlar topladıkları bilgilerde Cihadın liderlerinin bildirilerinde sık sık meşhur İslam alimlerinin görüşlerine davet ettiklerini gördüler.
Mücahidler fetvalarında onlara danışıyorlardı ve onların görüşleri büyük önem arzediyordu. Rusya yabancı alimleri direk etkileyemezdi, bu sebeple İslam dünyası ülkelerine BM yardımlarıyla birlikte destek götürdü. Böylece Rusya, İslam dünyasının bir savuncusu görüntüsü vermek istiyordu. Bu sebeple Batı koalisyonunun Irak’ı işgalini kınadı, İKÖ (İslam Konferansı Örgütü)’nün bir üyesi olmak istediği söyledi.
Hatta Kremlin yetkilileri HAMAS’ı Moskova’ya davet etti. Müslümanları aldatmak için gerekli koşulları oluşturmak için iç politikada da değişikliklere gidildi. Daha önce İslam’a karşı savaşın ana aracı “dini otoriteler” ve “terör”ken, şimdi Rus gizli servisiyle ortak olarak sözde barışçıl İslami cemaatlerin açılmasına izin verildi. Tüm dünyaya eski bir mücahid ve müftünün liderliğinde barışçıl bir Çeçenistan fotoğrafı sergilendi.
Daha sonra Dağıstan ve Kabardey-Balkarya’da durumun kötüleşmesi üzerine kafirler bu bölgede Müslümanlar’a karşı dini yumuşatmalılardı. Onlar şu anda hala insanlara, Dağıstan’da uygulanan baskıyı bu cumhuriyetin eski liderinin insiyatifinde KBR’nin yürüttüğünü telkin etmeyi deniyorlar, iddiaya göre Moskova’nın bilgisi dışında…
Gerçek ise şu ki, oradaki inananlara yapılan eziyet, Kremlin yöneticilerinin bölgedeki otoritelerin üzerindeki baskısının bir sonucuydu. Putin yönetimi, Mücahidlerle anlaşmaya varan eski başkanları suçlamıştı. Nalçik’te camiler Moskova’dan gelen baskıyla kapatıldı. Bakan Şogenov, sadece patronlarının emirlerini yerine getiriyordu. Rus istihbarat servisi ajanlarının planına göre, O (Bakan) “kötü polis” rolünü oynamalıydı ve oraya gelen yeni Rus şef de Kabardey-Balkarya Müslümanlarına “yardım eden (!)” “iyi polis” rolünü…
Kafkas Cumhuriyetleri’nin yeni Rus yöneticileri camileri açtı ve kendilerini Müslümanların haklarını savunuyormuş gibi gösterdiler. Orta Doğu’dan bir ulema heyetini Nalçik’e davet ettiler ve Kabardey-Balkarya’nın yerli liderinin bölge Müslümanlarının Emiri olduğuna dair bir fetva çıkarttırdılar. Ben benzer şeylerin Dağıstan’da da olup olmadığını bilmiyorum, ama aynı şeylerin orada da yapıldığını düşünüyorum.
Rusya tarafından atılan adımların, elbette kesin bir etkisi vardır. Ancak bu Mücahidlerin manevi motivasyonunu etkileyecek kadar yeterli değildi. Cihadı durdurmak için şeriat argümanlarını kullanmak mecburiydi. Ve bu argümanlar hükümet yanlısı ulema ve müftüler tarafından dile getirilemezdi, saygı duyulan alimler tarafından ifade edilmeliydi. Onlar daha fazla direnmenin kendilerine zarar vereceği konusunda Müslümanları ikna etmeliydi.
Rus oryantalist ve analistler Irak’da cihadın her geçen gün ilerlemesine rağmen birçok Müslüman alimin Irak’a komşu bölgelerdeki askeri hareketlerin operasyon yapmasını yasakladığına dikkat etti. Ve hem de o bölgelerde Batı koalisyon güçlerinin askeri üsleri olmasına rağmen… Bu aynı zamanda Çeçenistan bölgesindeki savaşta da geçirli oluyordu ve Mücahidlerin liderlerinin cihadı Kafkas cephelerine ve diğer bölgelere taşıma planlarını engelliyordu.
ÇEÇEN CİHADI FİLİSTİN’E ENGEL DEĞİLDİR!
Bilinmelidir ki Amerika’nın büyüyen ihtiraslarıyla, İslam dünyası Rusya’nın eski gücüne geri dönmesini umuyor. İslam dünyasının ana sorunu Filistin’dir ve bir çok Müslüman safça Filistin sorununu çözmek için Rusya’nın yardımını umuyor. Birçok Müslüman alim İsrail ve Amerika’ya karşı. Onlar Filistin, Irak ve Afganistan’daki Mücahidler için yardım çağrısında bulunuyorlar. Fakat onların birçoğu Çeçenistan sorununun Filistin sorununu çözmeye engel olduğunu düşünüyorlar. Onlar, en azından İçkerya bölgesinde cihadın yerelleştirilmesi gerektiğini savunuyorlar.
Hac boyunca iki kere, Suudi Arabistan eğitim kurumlarında öğrenim gören öğrencilerin teşebbüsüyle, alimler Kafkasya ve Rusya’nın farklı bölgelerinden gelen hacıları topladılar. İkisinde de onlar Hac için gelen müminlere, bölgede Rusya’ya karşı askeri hareketin gayrimeşru olduğunu telkin ettiler. Hac boyunca alimler Kabardey-Balkarya, Karaçay-Çerkesya, Kuzey Osetya, Tataristan ve diğer bölgelerde yaşayan Müslümanları cihad cepheleri açmayı bırakmaları için uyardı, ve ayrıca onlar Çeçenistan’da cihad eden kardeşlerinden endişe duyduklarını da söylediler.
Ayrıca onlar dediler ki: “Siz Çeçenlere yardım etmelisiniz, fakat Rusya’daki Müslüman Cumhuriyetlerde İslam’a barışçıl davetin devamına zarar vermeyecek bir koşulda…” Aslında, onlar Mücahidlere yardım etmeyi tamamen reddediyorlardı, çünkü her hangi bir yardım teröristlerle suç ortaklığı olarak nitelendiriliyordu.
Bu ulemanın problemi halihazırda birçok dürüst alimin yaptığı gibi onlardan vazgeçmek yerine, ülkelerini yöneten Tağut’lara inanmalarıdır. Tağutlar, yakında eski kuvvetine kavuşacak ve Amerika ile denge unsuru olacak olan Rusya ile gizli anlaşmalar yaptıkları konusunda alimlere garanti veriyorlar.
Biz aşağıda, Rusya’ya karşı cihad kararı alan bazı alimlerin neyi kılavuz edindiğini açıkça ifade ettikleri bir diyaloğu iktibas edeceğiz: Modern tarih, benzer emsallere tanıklık ediyor: Bosna ve Hersek’de cihad. Onlar kabaca bizim durumumuzdaydı.
Soru: Çeçenistan’da ne oldu? Cihadın sebebi neydi? Veya, daha açık sormak gerekirse, Çeçenistan’daki savaş neden cihad olarak tanımlanıyordu?
Cevap: Çeçenistan demokratik bir devletti, Rusya’dan ayrılmak isteyen bir cumhuriyetti. Rusya bunu kabul etmedi ve İçkerya hükümetini devirmek istedi. Devirmeyi başaramadığı zaman ise, Rusya askeri müdahalede bulundu ve Çeçenistan’daki Müslümanları öldürmeye ve soymaya başladı. Müslümanlar ise mallarını ve canlarını korumak için kıyama kalktı. Bu cihattı.
Soru: Çeçenistan’ın bugün durumu nedir?
Cevap: Ulusun fiziksel olarak yok edilme tehditi bugün giderilmiş oldu. Rusya tarafından içinde eski Mücahidlerin de yer aldığı çoğunluğunu Çeçenlerin oluşturduğu yeni bir hükümet kuruldu. Müslümanlar özgürce camileri ziyaret edebiliyor, sakallarını uzatabiliyor ve Hacca gidebiliyorlar. Aynı Suudi Arabistan’da olduğu gibi özgürce İslam’a davet edebiliyorlar. Fakat hala Çeçenistan’ın şimdiki hükümetine karşı savaşan insanlar var. Onlar dağlarda birkaç Mücahid ve Avrupa’da sığınak bulabilen eski Çeçen politikacılardan oluşuyor.
Soru: Çeçen direnişi neyi hedefliyor ve ne için savaşıyorlar? Onların arkasında hangi siyasi güçler var?
Cevap: Çeçen direnişi Komutan Dudayev’in kanunlarıyla ilan edilmiş olan demokratik cumhuriyetin (ÇİC) uluslar arası platformda tanınmasını hedefliyor. Onlar Batı ve Putin’i devirip Batı’nın kanunlarıyla yeniden Rusya’yı kurmak isteyen Ruslar tarafından destekleniyor. Sonuç (fetva): Çeçenistan’daki durum iyiye gidiyor. Çoğu Müslüman korkusuz yaşıyor. Çeçenistan’da din rahatça uygulanabiliyor. Bu koşullarda Cihad durdurulmalıydı. Fakat biz ormanlarda saklanan Mücahidlerin cihadını yasaklayamayız. Çünkü onların başka çaresi yok. Orada demokratik bir devlet kurmak için aslında bizi ana düşmanımızın, Amerika’nın, nüfuzuna maruz bırakacak olan bir hamle olan Çeçenistan’ı Rusya’dan ayırmanın hiçbir mantığı ve faydası yoktur. Bizler Rusya’daki Müslüman Cumhuriyet’lerdeki askeri hareketleri durdurmaları ve müminlere eziyet etmeleri için otoriteleri kışkırtmamaları için Mücahidlere ısrarda bulunmaya devam edeceğiz.
Soru: Biz Kafkasya cumhuriyetlerinde ve Tataristan’da askeri cephe cumhuriyetlerini ilan eden alan komutanlarının ortaya çıktığı yönünde rahatsız edici haberler alıyoruz. Onlar tanınmamış Çeçen cumhuriyetinin başkanının memurları. Onlar internete makalelerini göneriyorlar, Kafkasya, Tataristan ve Rusya’da yaşayan Müslümanları saflarına davet ediyorlar ve dağladaki Mücahid ünitelerine katılmaya çağırıyorlar. Bu cephelerin önde gelenleri Müslümanların gerillaların saflarına katılmasını engellemek isteyenlerin kafirler ve fasıklar (günahkarlar) olduklarını iddia ediyorlar. Onlar Rusya’ya karşı savaşın farz-ı ayn (herkes için mecburi) bir cihad olduğu ve kendilerinin tayin ettiği Emir olan, Çeçenistan’ın başkanının Emir’inin emriyle cephelerin kurulduğu görüşünü temel alıyorlar. Bu cephelerin hükmü (statüsü) nedir?
Cevap: Müslüman cumhuriyetler (Çeçenistan dışındaki) savaş bölgeleri değildirler. Barışın ve ortak yaşamın bölgeleridirler. Daha önce bu bölgelerin bazısındaki yerel otoriteler Müslümanları eziyorlardı. Çeçenistan’daki gergin durum buna sebep olmuştu. Bugün Çeçenistan’daki durum dengelendiği zaman, Rus otoriteleri bu cumhuriyetlerde yaşayan Müslümanlar’ın üzerindeki baskı politikalarını hafifletmişlerdir. Bu bölgelerdeki istikrarın bozulması barışçıl çağrıya zarar verecektir. Elbette Rusya’da yaşayan Müslümanlar Çeçen mücahidlere yardım etmelidirler, ancak bazı kardeşlerimizin düşündüğü gibi, bu şekilde değil.
Eğer Çeçenistan’da Rusları karşılamak için yeteri kadar adam (mücahid olmazsa), daha sonra her Müslüman için oraya yolculuk etmek ve savaşmak mecburi olacaktır. Fakat, biz biliyoruz ki, Çeçenistan’da yeteri kadar gönüllü var. Sadece onların silah ve para eksiklikleri var. Evet, onlar zor şartlar altında yaşıyor olabilirler, fakat Çeçen kardeşlerimizin Rusya’da yaşayan Müslümanlardan orada cephe açmayı talep etmeye hakları yok. Çünkü bu zayıf Müslümanlar üzerinde baskı uygulanmasına sebep olabilir. Çeçenistan başkanının emirlerine gelince, bu açıklanmalıdır. Çeçenistan dışında yaşayan kardeşlerimiz iki sebepten dolayı bu emirlere uymak mecburiyetinde değildirler.
Birincisi: onun emirleri Şeriata göre meşru değildir, çünkü o bir demokratik liderdir ve Vali el-Emir (Emir’in Vali’si) olduğu düşünülemez.
İkincisi: O ancak askeri hareketlerin koordinasyonuyla görevli askeri bir liderdir, ve onun otoritesi sadece ona verilen bölgeyle sınırlıdır. O sadece İslami olmayan bir bayrağın altında savaşıyoyr olsada, askeri amaçları başarmak için yaptığı cihadında, ancak kendi bölgesinde emirlerine uyulabilir. Bahsi geçen konuya dönersek, o Çeçenistan dışında her hangi bir cephe açma iznine sahip değildir.
(Röportaj burada bitiyor.)
İşte bizim ulemamızın bazılarının böyle ilginç durumları var. Elbette, bu insanlar son sözü söyleme hakkına sahip değil. Bunların alternafiti olanlar vardır ki, onlar da bunlardan daha az bilgisi olmayan ve sağlam Akide’ye mensup kişilerdir, yenilgiyi kabul etmişlik hastalığına yakalanmamışlardır. Onlar kafirlerin kanunlarıyla siyasette oynamazlar ve Çeçenistan’da demokratik rejim yeniden kurulduğunda veya HAMAS seçimleri kazandığında bunu İslam’ın zaferi olarak değerlendirmezler. Onlar katı bir şekilde Tevhid’e sarılmışlardır ve hayali siyasi kazançlar uğruna dinlerini satmazlar.
Biz Kur’an ve Sünnetten apaçık delilleri getiren, sadece Allah’a güvenen ve kurtuluşa erecek olan ve kendilerine zafer bahşedilecek olan taifeyi (grubu) takip etmeliyiz. Sonra ise kafirlerin planları başarısız olacaktır.
TERCİHİMİZ
Böylece, biz bir seçeneği seçmemiz gerektiğini anlamıştık: ya bazı alimlerin fetvasını takip ederek cihadı durduracaktık, ya da cihadımızın gerçek hedefini ilan edecektik. Eğer hedefimiz Çeçen insanlarını özgürleştirmek için savaşmaksa, bu hedefi gerçekten başarmıştık. Ve eğer hedefimiz kafirlere karşı insanları korumaksa ve küfrün gücünü kırmaksa, herkes ona şahit oldu. Her Mücahid ne için savaştığını bilmelidir. Kafirlerin planı, Mücahidlerin çağrısını yaptığı cihadın “ideolojik temellerini” veya “manevi motivasyonunu” imha etmek ve böylece onu ruhsuz bırakmaktır.
Afgan cihadından bir örnek olması için bir olaydan bahsetmek istiyorum: Amerika ve İngiltere Afganistan’a saldırdığı zaman, onlar Mücahidlerin muhteşem direnişiyle karşılaştılar. Afganlar ön safın önemli kısımlarından birini güçlendirdiler, bu sebeple oldukça üstün silahlarına rağmen kafirler ilerleyemediler. Düşman ordunun komutanları mevzilerine ulaştılar.
Onlar ne olduğunu anlayamadılar, çünkü askeri bilimin tüm kurallarına göre düşman şu ana kadar çokta öldürülmüş veya kaçırılmış olmalıydı. Komutanlar Afganların motivasyonunu, onların ne için savaştığını sorgulamaya başladılar. Onların sorusuna verilen cevep dini nedenler olduğuydu.
Evet, İslam sizin hayatınıza, sevdiklerinizin hayatına ve malınıza güvence verir. Bu kendinden-savunma Müslümanların dini bir vecibesidir.
Generaller cephenin bu bölümünü savunan insanlara başka bir motivasyon kaynakları olup olmadığını sordular. Ve onların cevabı “hayır”dı. Bu cephe, evlerini savunan birkaç Afgan köylüsü tarafından ele geçirildi. Amerikalılar, Afganlar’a bir ültimatom verdi: “Siz evleriniz ve aileleriniz için savaşıyorsunuz. Eğer siz direnişi durdurursanız, biz size ve köylerinize zarar vermeyeceğiz. Aksi taktirde biz sizin uğruna savaştığınız şeyleri tahrip edeceğiz.”
Afganlılar ise “sonuna kadar savaşacağız” yanıtını verdiler. Kafirler köyleri bombaladılar ve tekrar teslim olup olmayacaklarını sordular. Fakat bu sadece Afganlıları kızdırmıştı. Sonra kafirler başka bir köyü yeryüzünden sildiler. Onlar asla Mücahidlere karşı savaşamadılar, sadece kadın ve çocukları öldürebildiler. Afganlar çok kahraman insanlardır, fakat bu andan itibaren onların direnişlerinin ruhu yok olmuştu. Çünkü onların tek hedefleri evlerini savunmaktı, fakat sonuç tamamen tersine tamamlanmıştı.
Kafirler bugün aynısını Çeçenistan’da yapıyorlar. Onlar ilk başta rahatça herkesi öldürdüler ve bugün ise onlar yakınlarını kaçırmak veya öldürmekle tehdit ederek, Mücahidlere şantaj yapmayı deniyor. Vatanlarının ve uluslarının özgürlüğü için savaşanlar bugün bu şantaja boyun eğdiler ve düşmana teslim oldular. Çünkü aileler bir kabileden veya ulustan önce gelir.
Fakat Allah yolunda savaşanlar, Onun kelimesini her şeyin üzerine çıkarmak için savaşanlar, İmanlarını savunmak için savaşanlar için bu değerler kendilerinin ve yakınlarının hayatlarından daha değerlidir.
Tağut’un reddi bizim her şeyde yaşadığımız bu belirsizliğe son verdi. Stratejide, politikada, kim olduğumuzun ve ne için çalıştığımızın farkında vardık. Batıdaki birçok kafir Çeçen direnişine yardıma hazırdı, fakat her şeyden sonra onlar, bizim kafirlerin uluslar arası konfederasyonu ve İslam arasında safımızı seçme talebinde bulundular. Sadece insanların maddi iyiliğini isteyenler, Emir Ebu Osman’dan Batılı kafirleri onaylamasını ve İslam ve Müslümanlara bağlılığı görüntüsünden vazgeçmesini istediler. Kafkasya Ulema Kurulu “ÇİC Liderliği Çalışma Plan ve Programı” başlığı altında Emir’e görüşlerini sundular. Bu görüşleri sunanların Devlet’in Başına teklif ettiği seçenekleri şuydu:
“Böylece biz, tam da son tahlilde stratejik hedeflerimizi belirlemeye ihtiyaç duyduğumuz bir zamanda, stratejik planlarımızı hayata geçirebilecek bir duruma yaklaştık. Tüm gerekli özellikleri hesaba katarak, bu aşamada hedefimizin son formulasyonunu çıkardık:
Biz kültürü, gelenekleri ve diniyle bağımsız bir Çeçen devleti inşa etmek istiyoruz. Devam etmeden önce basit bir soruyu bir kerede ve tümüyle cevaplamayı deneyelim: “Çeçen ve Kafkasya ulusları kendi devletlerini kurmalılar mı? Eğer cevap evetse, biz Çeçen insanları ve onların planlarıyla kurulan devletleri korumalı mıyız?”
Sorumluluk sahibi insanlar ve bunu ciddi olarak düşünenler için cevap nettir: “Şüphesiz EVET!”
Ulema Kurulu işgalcilere karşı savaşta kullanılması için de şunları teklif ettiler:
“…bütün bu özellikleriyle (bayrak, marş, anayasa, başkan, parlemento, bakanlar kurulu, mahkeme vb.) devlet; devlet kurumlarının meşruiyetinin ve onların buluşmalarının uluslar arası yasalarla belirlenmiş şartıdır. Uluslar arası yasal organizasyonlar tarafından ve Rusya tarafından devletimizin meşruiyetinin belgeli tanınması, yurt dışındaki askeri harekette tecrübeli ve devletin kurucusu olan ÇİC devlet adamları tarafından korunmaktadır.”
Ulema safça bütün Kafkasya’ya yayılan cihadın, Kremlin yönetiminin Müslümanlar’dan memnuniyetsizliğine sebeb olduğunu söylüyor. İşte bu görüşten bir iktibas:
“Kafkasya Ulusları kendilerini en zalim terörün, zulmün ve şiddetin altında hissediyorlar. Münafık lideri devirmeyi meşru kılmanaın hiçbir dini tezahürü yoktur.”
Ben bu görüşlerin yazarlarını insanların ne terör ne zulüm ne de şiddet hissetmedikleri konusunda bilgilendirmek isterim. Ayrıca bu münafık alimler ancak Rusya’ya karşı cihad çağrısı olmayan bir din çeşidini öngörüyorlar.
Amerika’ya ve İngiltere’ye karşı cihad çağrısı yapmak yasak değil. Hatta Nalçik Müftüsü gençleri Cuma günleri Amerikalı istilacılara karşı cihada davet ediyor. İnsanlar Ekim 2005’de Mücahidlerin barışçıl bir şehre saldırdığını düşünüyorlar. Biz Çeçenistan’daki kardeşlerimizi ortak hedefe saldırmaya çağırdığımız zaman, insanlar şaşırıyorlar: “Çeçenistan’da bunu yapmalı mıyız? Orada olanlarla bizim nasıl bir bağlantımız var ki? Bu bizim meselemiz değildir. Hiç kimse bizi ezmiyor, öldürmüyor. Ancak Vehhabiler burayı savaş alanına çevirmek istiyor. Bu ancak Amerika’nın çıkarınadır.”
Birçok insan ise alkol ve zamparalığı yasaklayacağımızdan ve onları zevklerinden mahrum bırakacağımızdan korkuyorlar.
Kafkasya Diasporası’na gelince, onlar tarihsel topraklarındaki şu anki durumdan dolayı gayet memnunlar. Nasıl olsa ulusal liderler de onlara sahip çıkıyorlar. Onlar bizi Batı Kafkasya’da savaşmayı durdurmaya ve Çerkes, Karaçay ve Balkar’ya halklarının iyiliği için çalışan (!) yerel kukla yöneticileri engellememeye çağırmaktalar.
Bizler bugün sadece küfre ve meyvelerine karşı savaşmamız gerektiğine ikna olanlar tarafından destekleniyoruz. Zeki insanlar bu onlara tam-yetki ve Batı kültürünün nüfuzunun verdiği zararı görmektedir. Kafirler din ve inanç özgürlüğüne çağırmaktadır. Zina ve ahlaksızlık, demokrasi, Hristiyanlık, Darwinizm ve diğer pagan öğretiler okullarda çocuklarımıza telkin ediliyor. Çocuklarımıza şeytana ve küfre toleranslı olmaları gerektiği öğretiliyor. İnsanların çoğu yakında alkol satışına müsaade edilmesi için oy kullanacak olursa alimlerimiz ne yapacak? Avrupa’daki birçok insan zinadan ve alkol içmekten hoşlanmıyorlar, fakar çoğunluk istedi diye buna razı olmak zorunda kalıyorlar.
Ulema Şeriat’ın aşamalı olarak getirilmesini savunuyor olabilir, ancak onlar Şeriat’ın temelinin Tevhid, sonra cezalar ve muamelat olduğunu unutuyor. Ayrıca ülkede (insan hakları deklerasyonuna göre) inançsızlığa ve Allah’ın dinini alaya almaya izin verilirken, Şer’i sistemin aşamalı olarak getirilmesi mümkün değildir.
Ülke kalabalıklara kanun yapma hakkı veren ve ayrıca kafir ile Müslüman’a eşit hak veren demokratik rejimin kanunlarına göre yönetilirken, Şeriat’ın aşamalı olarak getirilmesinden söz edilemez. her şeyden önce biz küfre “hayır”, Şeriat’a “evet” demeliyiz.
NE KAYBETTİK NE KAZANDIK
Bazı insanlar Kafkasya Emirliği’nin kuruluşunu açıkça ilan ederek bizim çok şey kaybettiğimizi iddia ediyorlar. (Buradaki “biz”den kasıt, Onun kelimesini diğer her şeyden üstün kılmak adına, Allah rızası için çalışan Mücahidlerdir. Demokrasi taraftarlarına gelince, her şey onlar hakkında açıktır, onlar her şeyi kaybetmişlerdir.) İlk bakışta biz bazı kararlar alarak kendimizi oldukça zor bir duruma soktuk. Ama “la ilahe illallah” kelimesini pratiğe dökmek söylemek kadar kolay olsaydı, herkes cennete girerdi. Fakat biz biliyoruz ki insanların çoğu Cehenneme girecektir, Allah bizi ateşin azabındna korusun.
Allahu- Telala, Kuran’da Tevhid’in büyük bir sorumluluk ve büyük bir yük olduğunu belirtiyor:
Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir. (Ahzab, 72)
Bu bizim yaşamımızın maksadı ve sınavımızdır. Hakim ve İbn Hibban tarafından Allah Resulü’nden (salat ve selam üzerine olsun) Musa (aleyhisselam)’ın hikayesini biz anlatan şöyle bir sahih hadis rivayet ediliyor:
Musa dedi ki: “Ya Rabbi! Bana, seni hatırlayıp dua edebileceğim bir şey öğret.” Allah (c.c) şöyle buyurdu: “Ey Musa! La ilahe illallah, de.” Musa (aleyhisselam) dedi ki: “Ey Rabbim bütün kulların bunu diyorlar.” Bunun üzerine Allah (c.c) şöyle buyurdu: “Ey Musa! Yedi gök ve içinde bulunanlar ile yedi yer bir kefeye konsa “La ilahe illallah” da bir kefeye konsa “La ilahe illallah” ağır gelir.”
Biz kazandıklarımızın çok önemli olduğunu düşünüyoruz: Tevhid ve Allah (cc)’ın yardımı. Onun yardımıyla zorlukları aşacağız. Biz sadece Ona hizmet eder ve güveniriz.
Öncelikle neler kaybettiğimizi düşünelim:
- Batı’nın Desteği:
Bu maddede birkaç soru ortaya çıkıyor. Birincisi: Destek her zaman için mi vardı? Eğer öyleyse, o çok önemsiz ve formaliteydi. İkincisi: Eğer gerçekten Batı’nın çıkarları Rusya ile uyuşmuyorsa ve onlar Rusya üzerinde baskı kurmak istiyorlarsa, Kafkasya Emirliği’nin ilanından sonra da desteklerini Mücahidlerden çekmemelilerdi. Hatta eğer biz her gün Amerika ve Avrupa’yı tehdit edecek olsak bile, siyaset bilen herkes için açıktır ki, bizim gerçekten onlarınkiyle çatışan çıkarlarımız olmayacaktır.
Beyaz Saray bizim Amerika’dan şu an için bir kaygı duymadığımızı gayet iyi biliyor. Eğer Batılı politikacılar, örneğin Putin’i devirmek çıkarlarına uygun olanlar, samimi olsalar, onlar tüm müsait metodları kullanırlardı, hatta “anti-demokrtaik” güçlerini de… Bütün dünya, ABD ve bazı Avrupa ülkeleri tarafından kullanılan çifte standart politikası hakkında konuşuyor. Mesela Amrerika’nın, Çin’e karşı Doğu Türkistan’daki Mücahidlere desteklerini asla gizlememesi gibi…
Guantanamo üssündeki Amerikan asistanlar Afgnistan’da yakaladıkları Uygur kardeşleri topladıkları zaman, onları hapshanede tutmayacaklarını söylediler. Hatta tam tersi, onlara Çin’e karşı cihad etmeleri için topraklarına geri göndermeyi ve özel eğitim vermeyi teklif etti. Amerikalılar Uygurların savaşmaktan başka seçenekleri olmadığını söylediler ve “Orada bir Hilafet, Şeriat kurun. Çinlilere karşı cihad edin, biz size yardım edeceğiz.” dediler.
Aynı ABD Suudi Arabistan’la dostluk ilişkilerini rahatça sürdürüyor, hem de orada demokrasiye dair (örneğin seçimler yok, suçlular şeriat kurallarına göre cezalandırılıyor, açıkça elleri kesiliyor vs) hiçbir şey olmamasına rağmen. Aslında Batı’nın demokrasi kaygısı falan yoktur. Onlar için bir ülkede onlara hizmet eden kukla bir rejim olması, orada askeri üsleri olması ve kaynaklarını sömürmeleri yeterlidir.
Sonuç olarak, kimin desteği bizim için önemlidir? Batı’nın mı, yoksa Allah’ın mı? Ben cevabın açık olduğunu düşünüyorum.
- Devlet Olma ve Meşruiyet:
Dünya toplumunun ve uluslararası hukukun bakış açısına göre devlet olma ve meşruiyet… Bu bizim savaşımızı durdurmamıza ve BM ve AGİT gibi uluslararası organizasyonlarla anlaşma yapmamıza sebep olarak görülüyor.
İlk olarak: bizim şu iki seçenekten birini seçme şansımız yoktu: Ya Tağut’un “uluslararası hukuk” adı altındaki yasalarının ya da Allah kanunlarının, yani şeriat yasalarının meşru olarka kabul edilmesi… Biz ikincisini seçmiştik zaten.
İkincisi: Biz devletimizi kaybetmedik, aksine biz onu yeniden kazandık ve meşruiyeti İslami otoriteye teslim ederek onardık. Devletin demokrtaları üzen kaybı, 1992’deki ÇİC anayasasını, Tağut’un yasalarını kaybetmiş olmasıdır. Allah’ın birliğine iman etmiş olan hiçbir Müslüman devletin bu kaybına üzülmez.
Üçüncüsü: Tüm bu anlattıklarımdan sonra akıl sahibi her insan devlet olma ve meşruiyet kaygısının sadece Rusya’nın ve Batı’nın çıkarlarının bir sorunu olduğunu anlar. Onlar politikalarıyla oynuyorlar ve bizi de onların kurallarına göre oynamaya çağırıyorlar. Bugün Avrupa’da yaşayan İçkeryalı demokratlarla Çeçenistan’daki günümüz Kremlin kuklaları arasındaki tek fark birisinin Batı’nın koruması altında, diğerlerinin ise Rusya’nın koruması altında yaşamasıdır. İki taraf da bir şekilde İslam faktörünü sömürü aracı olarak kullanıyorlar.
Bir diğer deyişle onlar kirli oyunlarında Müslümanları kullanmayı deniyorlar. Her iki taraf da yegane amaçlarının insanların rahat yaşamalarını sağlamaları olduklarını söylese de gerçekte kendi rahatlarından başka birşey istemiyorlar.
- Yurtdışındaki Bazı Milletvekillerinin Desteği
Bizim onların desteklerini kaybettiğimiz, söylenecek en önemsiz şey. Daha doğrusu, biz onların şahıslarında yeni düşmanlar edindik. Onlar açıkça meşru Emir’e isyan ettiler ve Onu güçten düşürmeyi arzu ettiklerini ilan ettiler!
Allah şöyle buyuruyor:
“Onlar, ‘Andolsun, eğer Medine’ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır’ diyorlardı. Halbuki asıl üstünlük, ancak Allah’ın, Peygamberinin ve mü’minlerindir. Fakat münafıklar (bunu) bilmezler.”(Münafikun, 8)
Aslında biz onları kaybetmedik, ancak onlardan kurtulduk. Onların çok azı bugün savaşa katılmaktadır. Eğer onlar savaşa katılsalardı, daha büyük problemler ortaya çıkarırlardı.
Allah şöyle buyuruyor:
“Eğer onlar da sizin içinizde (sefere) çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmayacak ve sizi fitneye düşürmek için aranızda koşuşturacaklardı. Aranızda onları dinleyecek kişiler de vardı. Allah zalimleri hakkıyla bilendir. ıÜüAndolsun bunlar daha önce de fitne çıkarmak istemişler ve sana karşı türlü türlü işler çevirmişlerdi. Nihayet hak geldi ve onlar istemedikleri halde Allah’ın dini galip geldi.” (Tevbe, 47-48)
Ve eğer bizimle kafirler arasında bir ateşkes ilan edilirse, onlar hemen gelecek ve başarıları hakkında konuşmaya başlayacaklardır.
Allah şöyle buyuruyor:
“Onlar sizi gözetleyip duran kimselerdir. Eğer Allah tarafından size bir fetih (zafer) nasip olursa, ‘Biz sizinle beraber değil miydik?’ derler. Şayet kâfirlerin (zaferden) bir payı olursa, ‘Size üstünlük sağlayıp sizi mü’minlerden korumadık mı?’ derler. Allah, kıyamet günü aranızda hükmünü verecektir. Allah, mü’minlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir.” (Nisa, 141)
Onlar güzel konuşmalar yapacaklar ve uluslalarası hukuk ve dünya politikası hakkındaki engin bilgilerini sergileyecekler. Kafkasya’ya Avrupalı ve Amerikalı dostlarını getirecekler ve “Batı’daki güçlü patronları” onların bağlantılarıyla böbürlenecekler. Ve sonra dönüp Mücahidlere “Siz siyasetten hiç anlamıyorsunuz. O çok karışık birşeydir. Biz siz savaşırken askeri faaliyetlerinize müdahale etmedik. Siz savaşı biz ise siyaseti iyi biliriz. Herkes kendi bildiği konuda faydalı olmalıdır.” diyecekler.
Hemen Arap ülkelerindeki alimlerle bağlantılar kuracaklar ve siyasetin Müslümanlar için faydalı olduğuna dair fetva çıkartacaklar. Benzerini Amerika’daki Müslümanlar için de çıkarmışlardı. Onlar, “Gore’u engelleyin, bir Yahudi güç sağlamak için geliyor” diyerek Müslümanları Bush’a oy vermeye çağırmışlardı.
Bizi Münafıklardan kurtaran Allah’a hamd olsun.
Bunlar bizim kaybetmiş olduğumuz şeylerdi. Şimdi de kazandıklarımızı görelim:
- Herketimizin Şer’i Meşruiyeti
Biz daha önce bundan zaten bahsetmiştik, tekrar etmeye gerek yok.
- Açık ve İyi-Tanımlanmış Bir Hedef
Biz sadece mantıksal olarak ele alsak da, Allah’ın mucize faktörünü hesaba katmadan, disiplin ve motivasyon olarak bu savaşı kazanmamızın imkansız olduğunu anlamalıydık.
Demokrasideki oyunlar neredeyse Kafkasya’da cihadın durmasına sebep oluyordu. Bizim Mücahidlere verecek tek bir cevabımız dahi yoktu. Biz onlara sadece cihadın bayrağı meselesini çok çözüceğimizi vaadediyorduk. Fakat bu sonsuza dek sürdürülemezdi.
Eğer bizim ne bayrağı altında savaşacağımız konusunda endişelerimiz olmsaydı, Abdulhalim’in teklifini değil, biz büyük paralar ve uluslararası destek teklif eden diğer insanlardan gelen bir teklifi kabul eder, Adige milliyetçiliği öğeleriyle turuncu demokratik devrim bayrağını yükseltirdik. Fakat biz Dinimizi satmayız!
Ayrıca biz bir disipline de sahip değildir. Şimdiye kadar mücahidlere bize: “Bu başkan kim? Ben sadece benim grubumun (cemaatin) Emiri’ni tanıyorum” diyorlardı. Yöneticilere saygı ve disiplin yoktu. Şimdi Emir’in otoritesi tamamıyla meşruiyet kazandı ve bizim itaatsizlik eden birini tutuklama hakkımız var.
SONUÇ
Bu konuşmamızda dile getirdiğimiz bu konu oldukça önemlidir ve derin bir çalışmaya ihtiyaç duymaktadır. Bu yıl şehid olan kardeşlerimizden bu konuda güzel bir makale hazırlamıştı. Bazı toplamalarla onu yayımlamayı planlıyoruz.
Bizim Vilayetimizin bölgesindeki bütün kardeşlerimiz Ebu Osman’ın (Dokko Umarov) bu bildirisini duydukları anda oldukça memnun oldular. Biz uzun bir zamandır bunu beklemekteydik. Ve Yüce Allah bu zaferi bize bahşetti.
Emirimize karşı bize sadakat veren, onu dayanıklı kılan ve bu çok önemli seçimde ona güven telkin eden Allah’a hamd olun.
Emir Seyfullah (Anzor Astemirov), 2008
Kaynak: Vilayet Dağıstan